Salı, Kasım 17, 2009


ŞEYTAN YEMİNİ

Jean Christophe Grange

Farkındayım, bu aralar Grange'la pek haşır neşiriz. Polisiye-gerilim merakım kısa sürede yazarın dört kitabını okuttu bana ama bu kitaptan sonra bu türe biraz ara vereceğim. Bir süre daha kütüphane kitaplarından faydalanacağım. Ne yazık ki kütüphanemiz kitap çeşitliliği ve güncellenme açısından biraz kısır vaziyette. Hal böyle olunca okumak istediğim yeni türler ve yazarlardan uzakta kalıyorum, bir süreliğine.

Şimdi lafı toparla da Şeytan Yemini'ne gel bakalım ey okur: Gelelim efendim, hay hay...
Din olgusunun yazında kendine yer bulması çok eskilere dayanıyor evet ama sanki şu meşum tarih 2012'ye doğru bu konu inanılmaz derecede artış gösterdi dünya edebiyatında. Dinler, tarikatlar/sapkın tarikatlar, mezhepler, kutsal metinler, törenler, ayinler... Din başlığı altında akla gelecek ne varsa polisiye, gerilim, macera... gibi pek çok türde kendine yer buluyor işin ilginci bu kitaplar da çok satıyor. Reklamın bu satışlardaki öncelikli katkısını bir köşeye çekersek geriye ne kalıyor? İnsanoğlunun gizeme duyduğu merak. Bu kitaplar gizli bir şeyleri ortaya çıkarır, her kafadan ses çıkar, komplo teorilerine meraklı kimi kişiler tarafından kabul görür, sırları ortaya dökülenlerse yazılanları safsata olarak nitelendirir. Acaba hangisi doğru? İşte kendine birbirinden uzak iki nokta oluşturan bu konuyu bir çizgiyle birleştiren ve ona doğru adını veren şey sadece "bilme merakı". İyi ve kötünün savaşı, bir yerde yazarın tabiriyle "Tanrı ve Şeytan'ın savaşı"... Şeytan Yemini, fazlasıyla Hristiyan öğenin varlığıyla, Şeytan'a tapanların ritüelleriyle, neredeyse sayfa aşırı yer alan Fransızca adres bilgileriyle, okurun gözüne sokulan reklam markalarıyla ve karakter fazlalığıyla okuru gerçekten yoruyor. Ama Grange yine şaşırtıcı zekasıyla beslediği bu kitabını da okutturuyor.
(Bu parantezi niçin açtık, Grange beğeni listemi okuduğum dört kitap arasında yaparsam; başı Siyah Kan çekiyor, ikinciliği Kurtlar İmparatorluğu, üçüncülüğü Leyleklerin Uçuşu ve son sırayı da Şeytan Yemini alıyor. İlginçtir ki okuma sıram da bu şekildeydi.)

İyi, hoş da hala kitabın konusuyla ilgili bir cümle göremedik diyen okurlar için aşağıdaki satırlar geliyor.
Mat Durey ve Luc Soubeyras... Aynı Katolik okulunda okumuş iki arkadaş... Biri Tanrı biri Şeytan arayışında... Yıllar sonra biri cinayet masası biri ahlak masasında polis olduklarında da arkadaşlıkları devam ediyor. Mat, en yakın arkadaşı Luc'un beline taş bağlayıp kendini nehre atmasına bir anlam veremiyor. Ona göre Luc, inancı yüzünden intihar edebilecek biri değil. Luc, intihar ediyor, ölmüyor ama ne zaman uyanacağı belli olmayan komaya giriyor. Mat ise Luc'u intihara götüren sebebi bulmayı kendine görev biliyor ve Luc'un üzerinde çalıştığı olayları araştırmaya koyuluyor. Buldukları onu Sylvie Simonis'e götürüyor. Yıllar önce bir kuyuda ölü bulunan kızı Manon'un şüpheli ölümü, anne Sylvie'nın dehşet şekilde öldürülüşü... Otopsi sonuçlarına göre cesette yer alan leş yiyici çeşitli böcekler, nereden geldiği belli olmayan vücut içindeki ışıklı liken ama hepsinden önemlisi cinayet mahallinde "Işıksızları Koruyorum" imzası.

Kimdir bu "ışıksızlar"? Mat, din adamları, polisler, doktorlar üçgeninde Simonis cinayetini çözmeye uğraşırken, Simonis olayına benzer iki vakayla daha karşılaşıyor. Hepsinin ortak noktası, cesetlerde böcekler, liken ve ısırıklardan başka, suçunu itiraf eden katillerin geçmişlerinde ölümden döndükleri, koma sürecinde bir negatif ölüme yakın deneyim yaşamış olmaları/ya da yaşamış olduklarını sanmaları...
Mat, Simonis ailesinin küçük kızı Manon'un ölmediğini öğreniyor. Manon, yirmi iki yaşında adını değiştirmiş olarak çıkıyor karşısına. Mat, kıza âşık oluyor, bir yandan kızın kendisini Şeytana taptığı için kuyuya atan annesinden intikam almak amacıyla onu öldürdüğü şüphesini ortadan kaldırıp Manon'u aklamaya, bir yandan da Manon'u peşinde olduklarını düşündüğü Işıksız arayıcılarından korumaya çalışıyor. Manon, yıllar önce annesi tarafından kuyuya atıldığında ölmemiş ve bir doktorun uyguladığı sistem sayesinde hayata dönmüştür. Ama komada kaldığı süre içinde Şeytanın kendisine göründüğü ve Manon'un da artık ona hizmet ettiği iddialarına karşı koyan Mat, Luc'un komadan çıkması ve kendisiyle konuşmasıyla şaşkına döner. Karşısındaki Luc, bambaşka biridir ve Manon'un, Mat'in düşündüğü gibi biri olmadığını, Şeytanın izinden gittiğini ve cinayetleri onun işlediğini söylemektedir.

Ne ki Mat'in, Simonis davası ve aynı şekilde işlenmiş cinayetler hakkında yaptığı araştırmada hep aynı doktor çıkar karşısına. Mat, doktoru bulduğunda gerisi çorap söküğü gibi gelecek, katil ya da katilleri ararken aslında aradığı kişinin, Şeytanın ta kendisinin yıllardır yanıbaşında olduğunu görecektir.

İyi ve kötünün yüzleşmesi ve silahların çekildiği final sahnesi...

Grange, yine yaptın yapacağını ama bu bünyenin üst üste bu kadar gerilimden sonra biraz dingin okumalara ihtiyacı var, Taş Meclisi'ne geçmeden bir süreliğine sana "sonra görüşürüz" diyorum. Belki yakında ama sonra...

Doğan Kitap, basım yılı 2007, 519 syf.

3 yorum:

asli koyuncuoğlu dedi ki...

Sevgili evvelzamaniçinde,
Sobelendin.

SERAP dedi ki...

Çoğu kitabının filmi var bu yazarın,ben hiç kitabını okumadım ama filmlerini seyrettim.her zaman kitabın üstünlüğünü kabul ederim ama bu filmlerde fena sayılmazdı..

Unknown dedi ki...

Sevgili Aslı, bu gece mimi cevaplarım sanırım. teşekkürler aklına geldiğim için.

Sevgili Serap, ben de filmleri izlemedim, bir araştırayım bakayım. Yakın zamanda izlerim belki.

sevgiler...