Salı, Nisan 22, 2008


MİM...

Sevgili Geveze Kalem , beni mimlemiş. Mim konusu da okuma serüvenimiz, nasıl okuruz, ne okuruz gibi okumak denince aklımıza ne gelirse... Mim ya da sobe oyununu pek sevmesem de konu kitap olduğu için bunun hakkında kısa birşeyler yazacağım.

Okumayı seviyorum. Bu yüzden de bloğuma konu olarak kitapları seçtim. Benim için okumanın yaşı, yeri, zamanı yoktur. Okuma eylemi evimizde koltuğumuza uzanıp yahut uyku öncesi yatağımızda hafif bir ışık eşliğinde gerçekleştirilebileceği gibi yolculuk esnasında -uzun ya da kısa yolculuk- , parkta, sahilde hatta evde çorba karıştırırken bile yapılabilecek keyifli, faydalı bir etkinlik.

Benim okumalarım prensesin uykuda olduğu vakitlerde ya da oyun oynadığı zamanlarda oluyor genelde. Uyumadan önce de en az yirmi sayfa okurum. Böyle yapmadığım zamanlarda rahatsız oluyorum. Yani ben okumayı keyifli bir alışkanlık haline dönüştürdüm.

Küçüklüğümden beri okumaya meraklıydım. Masal kitaplarıyla başlayan bu yolculuk büyüdükçe sözlüklere, ansiklopedilere, atlaslara kadar geniş bir yelpazeye yayıldı.
İlkokul sıralarındayken çok sevdiğim anneanneme gazeteleri hep ben okurdum. Gazeteler, dergiler de okuma serüvenimde yerlerini aldılar. Mizah dergilerinin de okumayı sevmemde yeri büyüktür.

İlk hediye kitabımı ise ilkokul sıralarındayken çok sevdiğim teyzem almıştı: David Copperfield, benim ilk hediye kitabımdı.

Hikaye, roman, şiir diye devam eden edebiyat türlerine ilgim oyun, biyorafi ve otobiyografi, gezi, anı, deneme olarak devam etti. Burada Agatha Christie'yi de anmadan geçemeyeceğim. Polisiye romanlar da okuma alışkanlığı kazanmak için doğru adres olabilir.

Belli dönemlerimde belli kitaplar alışkanlığım oldu. Agatha Christie sayesinde polisiye, Oktay Sinanoğlu sayesinde siyaset, Shakespeare sayesinde oyun, Necip Fazıl K. sayesinde şiir, kısa süre önce tanıştığım Ali Ayçil sayesinde deneme türlerini çok sevdim. Romanı sevdiren tüm klasikleri de unutmamak gerek.
Sevdiğim yazarlar bu isimlerle sınırlı değil elbette ama benim için her zaman okunabilecek yazarlardan birkaçıydı bunlar.

Okuma alışkanlığımızın olmayışını, nasıl okumamız gerektiğini bilmememize bağlıyorum. Aslında henüz ilkokul sıralarındayken bunun eğitimi verilebilse, anlayarak hızlı okumanın teknikleri öğretilse çoğu insanın bu alışkanlığı kazanabileceğini düşünen idealist bir görüşüm vardır her zaman.

Okumak dinlendirici bir eylemdir benim için. Özellikle Shakespeare okurken hissediyorum bunu. Agatha C. de gerilimiyle rahatlatanlardan ( Burada A.C. kitaplarındaki polisiye havadan bahsediyorum).

Okuma serüvenimde kitapları okuduktan sonra şöyle sınıflandırırım kendimce:
tadımlık kitaplar: Sadece okuduğumuz zamanı güzel geçirmemizi sağlayan geride fazla birşey bırakmayan kitaplar.
doyumluk kitaplar: Okuduğuma değen, haz veren, başarılı kitaplar.
başucu kitapları: Her zaman, her halet-i ruhiyede okumak isteyeceğim kitaplar.
tavsiye kitaplar: Benim beğendiğim ve başka okuyucuların da beğeneceğini umduğum başarılı kitaplar.
mutlaka kitapları: Hala okumadıysanız geç değil, hemen okuyun kitapları.
zaman kaybı kitapları: Vaktime de cebimden çıkana da acıdığım kitaplar.
şişirilmiş kitaplar: Başarısı satış rakamlarına endeksli içeriği zayıf, edebiyata birşey katmayan kitaplar.
ve de anlayan varsa bana da anlatsın (!) kitapları...

Okuma serüvenimde her biriyle karşılaştım. Güzel kitaplardan çok şey öğrendiğim gibi fikrimce başarısız kitaplardan da çok şey öğrendim. Mesela, nasıl kötü yazılır gibi...

Okumanın kişisel eğitimimize, görgümüze kattığı artılara ilave hayatımıza kattığı benzersiz lezzetler de vardır ki en başta geleni kitabın kokusudur. Yıpranmış bir cilt, sararmış yapraklar, satırların içine işleyen hafif küf kokusu kitapların da zaman yolculuğu içinde geçirdiği evrimleri gösterir bize ve bu bile bir kitaba tutulmaya, onu hayatımızın gizli hazinesi yapmaya yeter.

Bazı kitaplarda şöyle bir düşünce belirir zihnimde, "Keşke bu kitabı ben yazsaydım"...

Bazen de "ustalara saygı" duruşu içinde okuduğum mükemmel bir kitabın her cümlesini özümsemeye, hissetmeye çalışırım ve o kitapları kaleme döken usta ellerin sahibine şükranlarımı sunarım, hayatıma tarifsiz bir lezzet kattığı için.

Bir maddeye, cansız bir maddeye dönüşebilseydim mükemmel bir kitabın ilk nüshası olmak isterdim, devasa bir kitaplığın en uç köşesinde...

Kabul ederlerse, sevgili kitapsever
Serap'ı , kendi öykülerini sıcacık anlatımıyla bizlerle paylaşan sevgili Öykücü'yü , yazılarını çok severek okuduğum sevgili Binnur'u sobeliyorum...

Umarım kabul ederler. Merakla bekliyorum...

9 yorum:

Öykücü dedi ki...

Ne güzel bir konu:) Aklına gelenlerden biri olduğuma sevindim.En kısa sürede yazacağım..

Sevgiler..

Unknown dedi ki...

Sevgili Öykücü, konuyu beğenmene ve kabul etmene sevindim. Merakla bekliyorum.
segiler...

kaldırımçocukları dedi ki...

"Bir maddeye, cansız bir maddeye dönüşebilseydim mükemmel bir kitabın ilk nüshası olmak isterdim, devasa bir kitaplığın en uç köşesinde..." Babil'de ölüm İstanbul'da aşk ı anımsattı bu cümle bana. kitabı nasıl okumamız gerektiğini bilmememizin yanı sıra ön yargılar ve tarzini bulamamakta çok önemli. "ben okuyamıyorum, okumayı sevmiyorum" demek yerine tarzımızı yakalamamız en iyisi.

Unknown dedi ki...

Sevgili kaldırım çocukları, sözünü ettiğin kitabı henüz okumadım. Aslında okuma listemde var ama yazarın henüz bir kitabını okudum, o da Leyla ve Mecnun.
Okuma konusunda dediklerine gelince, haklısın tabi ama tarzımızı bulmak için de pek çok kitap okumak gerek. Beğeniler zamanla değişebileceği ve tarz oluşturma kısa bir süreç olmadığı için bolca kitap okuyarak yakalamalıyız o tarzı. Tabi benim bu dediklerim "iyi" bir okuyucu olabilmek için.
sevgilerimle...
( Bu konuda böyle güzel bir yorum gördüğüm için sevindim doğrusu :-))

Geveze Kalem dedi ki...

Sabahtan beri üçüncü defa açıyorum blogunu, bir şeyler karalayabilmek için. Umut ederim yine bir aksilik çıkmaz da yazabilirim.

"Keşke bu kitabı ben yazsaydım!" Ben de bunu sık kullanırım. Bazı romanların, öykülerin olay örgüsünü kendi düşüncelerime o kadar yakın bulurum ki, çıkmaz bu cümle aklımdan. Hele de sevmediğim bir yazar yazmış ve iyi bir satış yakalamışsa hiç çıkmaz.:)

Başarısız kitaplar hakkında yazdıklarını çok doğru buluyorum. Bir de sınıflandırmayı ne güzel yapmışsın.
Sonuçta tüm yazıyı keyifle okudum, eline sağlık.

kaldırımçocukları dedi ki...

İskender Pala çok sevdiğim bir yazardır. Şiddetle tavsiye ederim. Kahve Molası ve İki Dirhem Bir Çekirdek gerçekten okunası eserleri. Haklısınız tarzı yakalaya bilmek için çok okumak gerek ama insan kendini biraz dinleyince ne tür şeylere merak duyduğunu keşfedince çokta zorlanmıyor =)

Unknown dedi ki...

Sevgili kaldırım çocukları, İskender Pala'yı Türk Edebiyatı dergisinden takip ediyordum. Kesinlikle okunmalı bence de. Aklımda bir-iki kitabı var. Muhtemelen onlarla devam edeceğim ama İki Dirhem Bir Çekirdek'i de incelemeye aldım. Tavsiye için teşekkürler.
sevgiler...

SERAP dedi ki...

Bir İskender Pala severde burda var biline:)Bende divan şiiri ile ilgili yaptığı araştırmalarının yer aldığı kitaplara bayılıyorum.Tarih mezunu ,sevdiğim bir dosttan almıştım kitaplarını okumak için ama kesinlikle kütüphanede bulunması gereken bir yazar.
Bu arada fekettimki ikimizde teyze kurbanıyız:)Birde ansiklopedi okuyan tek psikopatı! kendim zannederdim.Bir gün sözleşipte konuşalım biraz şeker.

Adsız dedi ki...

çok güzel bir üslubun var ve severek takip ediyorum bloğunu..sende benim linkimi eklemişsin teşekkür ederim...