Salı, Mayıs 13, 2008


GURBET HİKAYELERİ ve YER ALTINDA DÜNYA VAR

Refik Halid Karay

Refik Halid, lisede edebiyat derslerinde hocalarımızın övgüyle bahsettiği bir kalemdi. Özellikle Memleket Hikayeleri kesinlikle okunması gereken kitaplarının başında geliyordu. O zamandan bu zamana yazarla tanışmak için epey geç kalmış olmama rağmen nihayet yazarla tanıştım. Memleket Hikayeleri'yle değil, Gurbet Hikayeleri ve Yer Altında Dünya Var adlı romanıyla.

Yayınevi, iki eseri tek kapak altında birleştirerek çok iyi yapmış. Böylece yazarı iki türden eseriyle değerlendirebileceğim.

Gelelim Gurbet Hikayeleri'ne: Gurbet Hikayeleri adından da anlaşılacağı üzere yazarın ülkesinden uzaktayken (siyasi nedenlerden ötürü) yaşadıklarını kaleme aldığı müthiş güzellikte ifadelerle dolu hikayeleri. Yazar, gördüklerini, yaşadıklarını bilgi birikimiyle öyle güzel harmanlamış, Türkçe'ye mükemmel hakimiyetiyle, betimleme ve benzetmelerdeki başarısıyla tadına doyulmayan etkileyici hikayelere imza atmış ki, bu beğeniyle Memleket Hikayeleri'ni de en kısa zamanda okumaya karar verdim.

Testi, Zincir, Fener, Gözyaşı, Köpek, Çıban, Hülle hikayeleri kitaptaki favori hikayelerim.

"Bütün geçtiği yerler deniz kokuyordu ve ona bu koku besleyici geliyordu. Deniz; muz, portakal, şeker kamışı, kırmızı biber, kekik ve süprüntü kokuyordu."
(Köpek'ten / betimlemeye dikkat)

"Can sıkıntısının bir sesi vardır; bunu ancak, böyle bir zamanda, o gurbet odasında duyarsınız: Eski mobilyaların tahtalarını dişleyen gizli kurtların sürekli çıkardığı kemirici, işleyici ses... Birden eskiyiveren gönlünüzde bu kurdu ve bu sesi işitirsiniz ve oyduğu delikten incecik tozların içinize biriktiğini duyarsınız."
(Zincir'den / benzetmeye dikkat)


Kısa yazmanın uzun yazmaktan daha zor olduğu bir türde, yazarın kısa yazmayı yeğlemesi, iki sayfalık kısa bir hikayede okuru etkileyebilmesi yazarın kaleminin gücünün küçük bir örneği sadece.

Gelelim Yer Altında Dünya Var adlı romanına: Yazım tekniği, kurgusu, olay örgüsü ve karakter seçimiyle çok başarılı bulduğum, okuduktan sonra üzerine uzun uzun düşündüğüm (taşları yerine oturtabilmek için) adını niye fazla duyuramamış olduğuna şaştığım enteresan ve bir o kadar da güzel bir roman.

Konusuna gelince: Kahramanımız Nebil, denizciliği bırakıp tuhaf karakterli halasından kendisine kalan Şam-Beyrut arasındaki Ferhan Çiftliği'ne yerleşir. Kaptan mevkiine kadar yükselen, mesleği gereği bol bol gezen, çeşit çeşit insanla tanışan Nebil, çiftlikteki sessiz, hareketsiz ve olaysız (!) günlerden sıkılmaya başlar. Birbirinin aynı geçen o günlerde "spleen" adını verdiği ruhi bunalım nöbetlerine tutulur. "Spleen"in açıklaması yazarın ifadesiyle:
"İngilizce'den başka dilde tam karşılığı bulunmayan spleen, çoğunlukla hayat şartlarımızın ve alıştığımız memleketin değişmesi sebebiyle düştüğümüz; hayallere kapılmış ruhsal durum".
Sözlükteki anlamıyla, melankoli, sıkıntı.

"...Artık anladım: Tutulduğum "spleen" ne memleket özleminden ne de köşeye çekilmekten. Bahar ve bahar yağmurları etrafımdaki kadınsızlığı fazla duyduruyor. Ama bilinçli benliğime mi? Hayır! O gereksinimi duyan bilinçaltımdır."

Nebil "spleen" nöbetleri geçiredursun, bir akşam çiftliğin kapısı çalınır. Gelen iki kişi, çiftliğin yakınında, bindikleri otomobilin arıza yaptığını, şoförü de sıtma tuttuğunu, tek çare olarak çiftlikte gecelemek istediklerini söylerler. Nebil, onları içeri davet eder. Şoförü alması için kahyası Davut Ağa'yı gönderir. Yalnız arabada bir de kadın vardır. Arabadan inmek istemeyen kadını ikna etmek için Nebil kendisi gider. Kadınla kısa süre tartışırlar ama tartışmanın sonu tatlı (!) biter. Nebil, kadını ikna eder ve çiftliğe getirir. Misafirler o gece orada kalırlar. Sabah olduğundaysa Nebil uyanmadan hepsi gitmiştir.
Romanın bu noktası romana yön verecek olan çok mühim bir nokta ki buraya mim koyalım. *

Misafirler gitmiştir ama Nebil, kadının yeni çıktığını öğrenir, arkasından gider ve ona yetişir. Onu çiftliğe getirir. Kısa bir tanışma faslından sonra (Burada kadına ait bilgiler vereyim: Kızıl saçlı, çilli; Hersek'li bir Müslüman. Asıl adı Raziye, diğer adları Nihan ve Radva. Artist / kadının ifadesiyle) bahçede geziye çıkarlar ve kümbetin önüne gelirler, içeri girerler.

...

Birlikte şehre inerler ve üç isimli kadın (Kitabın devamında Nebil kadından Nihan diye bahsedecek) elbiselerini değiştirme bahanesiyle bir hanın önünde arabadan iner. Bir müddet gittikten sonra Nebil'in içi rahat etmez ve Nihan'ın peşine düşer ama onu bulamaz. O vakit, onun hakkında düşünmeye başlar. Dedektif romanları okuya okuya her şeyden şüphelenmeye başlayan kahya Davut Ağa'ya hak verir.

Nebil, Nihan'ı arayadursun, kendisi Nihan'ın takibindedir. Nihan'dan gelen her nottan, takip edildiğini anlar.

Burada romana adını veren yer altındaki dünyadan bahsedeyim: Ferhan Çiftliği'ndeki kümbette çok önemli bir kroki gizlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda yirmi iki cephane sandığının içine gizlenmiş iki bin yüz altmış kilo altının, yani üç yüz bin Osmanlı altınının yerini gösteren kroki...

İki çetenin bu altınların peşine düştüğünü, Nihan'ın da bu çetelerle çalıştığını düşünmektedir Nebil.

Bir gün çiftliğe geri döner Nihan. Nebil'le birlikte kümbete girerler ve krokiyi aramaya koyulurlar. Nebil, krokiyi bulur ama Nihan'a söylemez. Bir süre sonra söylediğindeyse aralarında küçük bir hırsız-polis oyunu başlar. Daha sonra aralarında anlaşırlar ve Nebil, gitmesi için Nihan'a izin verir, Nihan gider.

Nebil, Nihan'ın gerçek kimliğini , kümbette krokisi saklanmış altınlarla olan alakasını öğrenmek için arkadaşı Metr Haşim'den yardım ister. Bütün olanları Metr Haşim'e anlatır ve onu çiftliğe getirir. Ama işin ilginci, belki de okuyucunun aklında soru işareti bırakan yerlerin başında gelen bir sahne gerçekleşir ki o da, ne kahya Davut Ağa ne yardımcısı Nezir ne de aşçı kadın anlatılanları onaylarlar. Olayların sadece çok küçük bir kısmını doğrularlar o da yazının başında mim koyduğumuz yeri, yani arabanın çiftliğe geldiği, içindekilerin çiftlikte bir gece kaldığı ve ertesi gün Nebil Bey uyanmadan hepsinin çiftlikten ayrıldığı...

Nebil'den başka kimse bu olayların gerçekliğine inanmaz ve Nebil'i hastaneye yatırırlar. Nebil birkaç ay orada kalır ve sonunda hastaneden kaçmayı başarır. İstanbul'dan tanıdığı, Beyrut'ta karşılaştığı eski hanım arkadaşlarından Nesibe'nin evine gider. Olayları ona da anlatır. Nesibe çiftliğe gider ve durumu öğrenir. Tekrar evine geldiğindeyse Nebil, yine hastaneye götürülür.

Şimdi sıra düğümlerin çözüldüğü final bölümünde. Ama finali yazıp okumamış olanlar için kitabın tadını kaçırmak istemiyorum. Şunu söyleyebilirim sadece, finali okuyunca çok şaşıracaksınız.
Dedektif romanları tadındaki bu kitabın kurgusuna, yazarın seçtiği konuya ve muhteşem güzellikteki anlatımına, dile müthiş hakimiyetine, tasvirlerdeki başarıya ve benzetmelerdeki hayal gücüne hayran kalacaksınız.

Görünürde, gerçek ile hayali ayırt edemeyen, yaşamadıklarını yaşanmış zanneden hastalıklı bir adamın maceraları olsa da, öyle midir acaba?

Yazarla ilgili -ki araştırmaya değer- bilgileri araştırı-yorum etiketiyle yakın zamanda vereceğim.

İnkılâp Yayınevi, 327 syf.

İyi okumalar....

2 yorum:

Emrah ATİK dedi ki...

Sanırım yazar ustalaştıkça anlatacaklarını daha az kelimeyle ifade edebiliyor... Herkesin şair olduğu yurdumda bilinmez mi acaba en zorun şiir olduğu:)))
Ferid Edgü'nün minimal öykülerini okumuştum yıllar önce hala tadı damağımdadır:)
Ve bir itiraf Refik Halid'i hiç okumadım. Ama öyle güzel yazmışsın ki bunun için vakit ayırıcam:)
Sevgiler...

Unknown dedi ki...

:-)
Ben de Ferid Edgü'yle tanışmadım hala. Ama yakın zamanda ona da sıra gelecek.

teşekkür ederim güzel yorumunuz için, beğenmenize sevindim.