Çarşamba, Mayıs 21, 2008


KÜRK MANTOLU MADONNA

Sabahattin Ali

"Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır" cümlesiyle açılışı yapan kitap, romanın seyrinde karşımıza çıkacak Raif Efendi'nin kara kaplı defterine yazdıklarıyla yol alır ve roman anlatıcısının Raif Efendi'den kalan boş masaya oturarak defteri tekrar okumasıyla sona erer.

Raif Efendi, romanın baş kişisi olsa da anlatıcı, Raif Efendi'nin kabuğuna çekilmiş hayatına merak salan bir başka kişidir. Anlatıcımız, bankadaki memuriyetinden çıkarılmış, yıllar sonra karşılaştığı eski okul arkadaşının yanında işe girmiştir. Çalıştığı dairede iki kişi paylaşırlar odayı. İşte bu noktada tanışır tercümanlık yapan Raif Efendi'yle.

Anlatıcı, neden Raif Efendi'ye merak saldığını kendi cümleleriyle çok güzel izah etmişse de okur gözüyle bir-iki açıklama getireyim.
Raif Efendi, orta yaşlı; kendi halinde,sessiz bir çalışandır. Diğer çalışanların alaylarına, küçümsemelerine, müdürün aşağılamalarına başını öne eğip ses çıkarmayan, zorunlu haller dışında konuşmayan silik bir karakterdir. Kimse ondan hoşlanmaz hatta anlatıcımız bile. Ama bir gün, müdürün hakaretlerine maruz kaldığı günlerden birinde, bir şeyler karalar Raif Efendi masasının üzerindeki kağıda. Anlatıcımız Raif Efendi'nin odadan çıkmasıyla kağıdı alır ve üzerindekini görünce şaşkına döner. Kağıtta küçük ama özenle çizilmiş, yetenekli bir elden çıktığı belli, müdürün resmi vardır. O andan itibaren Raif Efendi'yi farklı bir gözle görmeye başlar. Bu bezgin, her türlü yenilgiyi baştan kabul etmiş adamın hiç de boş olmadığını, ilginç bir hikayesi olduğunu düşünür. O günden sonra Raif Efendi'yi daha iyi tanıyabilmek için her fırsatı değerlendirir. Raif Efendi, hasta olup da işe gelemediğinde -sık sık hastalanır, hastalandığında günlerce işe gelmez- onu evinde ziyaret eder. Bu ziyaretlerin sonuncusunda Raif Efendi, ondan iş yerindeki bazı eşyalarını getirmesini ister. Eşyaların arasında bir de kara kaplı bir defter vardır. Raif Efendi, onu yakmasını ister. Anlatıcımız, Raif Efendi'nin yazdıklarını merak ettiğinden defteri okumak ister. Okuduktan sonra Raif Efendi'nin gözleri önünde defteri yakacağına söz verir ve evden çıkar. Kaldığı pansiyon odasında defteri okumaya başlar.

................

"20 Haziran 1933... Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki başka birtakım hadiseleri yeniden yaşattı. Unutup gittiğimi zannettiğim bu hatıraların, bundan sonra beni hiç bırakmayacaklarını biliyorum..." ilk cümleleridir defterin.Defterde Raif Efendi, çocukluğundan, ailesinden, memleketinden, okul günlerinden, Almanya'ya gidişinden ve oradaki günlerinden bahseder. Ama en önemlisi bu defteri yazma sebebi olan, Almanya'da bir resim galerisinde görüp çekimine girdiği bir tablodan bahsettiği satırlardır. Kürk Mantolu Madonna adlı bu tablonun modeli ve ressamı aynı kişidir.

Raif Efendi ( Bey),günlerce resim galerisine gelir ve aynı tablonun karşısında saatler geçirir. Yine böyle bir günde yanına gelip kendisiyle konuşan kişinin, resmine günlerce baktığı kişi olduğunu fark edemez. Çünkü konuşurken yüzüne bakmamıştır. İkinci karşılaşmalarındaysa onu tanır ve sonraki gün onu ikinci kez gördüğü yerde beklemeye başlar. Kürk Mantolu Madonna'yı görür ve onu takip eder. Kadının girdiği kabareye o da girer, bir masaya oturur. Kadın sahneye çıkar ve şarkısını söyler. Onca etkilendiği kadının öyle bir yerde şarkı söylemesini yadırgar önce. Kadın şarkısını bitirip onun masasına gelir ve tanışırlar.

O günden sonra arkadaşlıkları başlar ve aşka doğru yol alır. Kürk Mantolu Madonna, adıyla Maria Puder, kadının erkekle bir tutulmadığını düşünür ve bu düşünce onun erkeklere karşı sevimsiz hisler beslemesine, güven eksikliği duymasına yol açar. Bu düşünceleri ve bağlanmak korkusuyla çevresine görünmez bir duvar örmüştür. Raif Efendi'nin -aslında o günlerde Raif'in- bu duvarı aşması ve yıkması biraz zaman alsa da, sıradanlıktan çok uzak olan bu kadına duyduğu aşk, tek yaşama gayesi olur.

Bir mektup alır. Ülkesinden gelen mektupta babasının öldüğü ve hemen eve dönmesi gerektiği yazılıdır. O da Maira Puder'siz bir hayat düşünemediği için, memleketine gidip gerekli işleri hallettikten sonra onu da yanına almayı düşünür.

Ülkesine döner. Kendisi Almanya'dayken babasının neredeyse bütün mirası ablaları vasıtasıyla eniştelerine geçmiştir.
Maria Puder'le mektuplaşırlar, bir süre sonra mektupların arkası kesilir.

On yıl hiçbir haber alamaz ondan. Bu sürede Raif Efendi evlenir, çocukları olur ve akrabalarıyla kalabalık bir aile olarak aynı evde yaşantısına devam eder.

Kara kaplı defterine bütün bu macerasını yazmasına sebep olan çok mühim bir karşılaşma yaşar. Almanya günlerinde, kaldığı pansiyondaki pansiyonerlerden birini kendi ükesinde, Ankara'da görünce çok şaşırır ki bu kadın Maria Puder'in teyzesidir. Kadınla konuşur ve ondan Maria Puder hakkında çok şaşıracağı bilgiler öğrenir.

Maria Puder'in niçin on yıl öncesinde mektuplaşmayı kestiğini, mektuplarında bahsi geçen sürpriz haberin ne olduğunu ve Raif Efendi'yi bekleyen sonu anlatmayacağım.

Ama Raif Efendi ile Maria Puder aşkının başlayışı, zor geçen seyri ve hüzünlü finali yazarın başarılı kalemiyle güzel bir romana dönüşmüş.

Gelelim anlatıma: Gerek seçtiği konu, gerek karakterler yazarın Rus edebiyatından etkilendiğini (özellikle memur karakter seçiminde) belli ediyor. Zaten Raif Efendi karakteri de kara kaplı defterine yazdığı notlarında Rus yazarlarına olan beğenisinden bahsetmekte.

Süslerden uzak, yalın ifadelerle kaleme dökülmüş bir Sabahattin Ali romanı.

Yazarla tanışmamış olanlar için iyi bir başlangıç olabilir ( benim gibi)...


"Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim" ( syf: 128)


Yapı Kredi Yayınları, basım yılı 2008, 160 syf.

2 yorum:

cinar dedi ki...

evet evet kesinlikle çok iyi bir başlangıç olur. İlk Kuyucaklı Yusuf'u okumuştum ben. O kitapta beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Sonra Kürk Mantolu Madonna geldi, çok da iyi geldi bana...
Sevgiler.

Unknown dedi ki...

Sevgili Çınar, ben de senin blogunda ve sanırım bir-iki blogda daha Kuyucaklı Yusuf'un yorumunu okumuştum. Konusu ilginç gelmişti. İkinci Sabahattin Ali kitabı olarak onu okuyabilirim.

sevgiler...