Cumartesi, Temmuz 05, 2008

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Ahmet Hamdi Tanpınar

"Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... Bu da gösterir ki, zaman ve mekân insanla mevcuttur!" Kitabın en manidar cümlelerinden biridir bu cümle. Muvakkit Nuri Efendi'nin bu vecize tadında sözlerini okuyucuya aktaran ve bu söz mihmandarlığında olmadık bir serüvene yelken açan Nuri Efendi'nin çırağı, yani eserin başkişisi Hayri İrdal'ın ve hayat sahnesinde biçilen rolleri sorgusuzca kabul edenlerin, olmazı olura dönüştüren Halit Ayarcı'nın, ruhlarla işi olanların, psikanaliz deneği arayanların,doğu-batı, iyi-kötü, doğru-yanlış, zengin-fakir tüm karşıtlıklar arasında bocalayanların eleştirel bir ifadesi: Saatleri Ayarlama Enstitüsü.

....................................

Birinci Bölüm / Büyük Ümitler


Hayri İrdal, kendi halinde bir insandır -önceleri. Küçüklüğünden beri saatlere ilgisi vardır. Öyleki evlerinde baş köşeyi ayaklı bir duvar saati tutar. Ayar, tamir tutmayan, kafasına göre çalışan dede mirası bu saatin bir de adı vardır: Mübarek. Mübarek, Hayri İrdal'ın hayatının tüm aşamalarında kendisini gösterecektir.

Saatlere olan ilgisi, yanında çalıştığı Muvakkit Nuri Efendi'nin (saat tamircisi, ayarcısı) saatten yola çıkarak vardığı anlam felsefesiyle daha da artmıştır. Dört yanı saatlerle çevrili dükkanında usta bir saatçi olmasından ziyade bir filozoftur Nuri Efendi. (Daha sonra Halit Ayarcı'nın keşfedeceği bir filozof).

Sadece Nuri Efendi değildir Hayri İrdal'ın hayatında yer eden enteresan kişi. Bir Seyit Lütfullah vardır,yarı deli yarı velidir insanların gözünde. Veliliği gaiplerin dünyasıyla
olan münasebetlerinden doğmuştur. Aristidi Efendi vardır, laboratuvarında altın yapmaya uğraşan bir eczacı. Bir de Abdüsselam Bey vardır ki, bu iki kişinin ahbabı, konak beyi zengin.

Bir efsane vardır ortalarda dolaşan: Kayser Andronikos'un gizli hazinesi. Onlar efsanenin peşine düşedursunlar, Hayri İrdal ustası Nuri Efendi öldüğünde işsiz kalır
(Henüz on yedi yaşındadır o zaman) ama uzun sürmez bu dönem ve yine bir saatçinin yanında çırak olarak işe girer. Yeni ustası yalnızca saatçidir, filozof değil (!)

Seyit Lütfullah'la arkadaşlığı başına iş açar genç H.İrdal'ın. Çalıştığı dükkana gelip, tamir için gelen saatlerden birini çalınca, suç kahramanımızın üstüne kalır, gerçek anlaşılır ama bu kez Seyit Lütfullah'ın hapsedilmesine gönlü razı olmaz. Abdüsselam Bey'in yardımıyla onu da kurtarır ama artık işten çıkarılmıştır.

Olayın ertesi günü H.İrdal'ın halası ölür, ilginçtir ki tam gömülürken tekrar dirilir.
Babası ve halası birbirlerini sevmezler. Kendilerinin anca geçinebilmelerine karşın, halasının hali vakti yerindedir. Halasının ölüm haberi geldiğinde, babası hemen defin işlerini komşuya havale eder ve kardeşinin konağına gider. Ama hiç hesaba katmadığı, ihtimal dahi veremediği bir şey olur. Hala, tam mezara koyulurken etrafın ölüm sandığı laterjik uykusundan uyanır ve tabutunda oturur vaziyette omuzlarda taşınarak, sokak aralarından geçirterek kendini konağa getirtir. (Kitabın enteresan ve komik sahnelerinden biridir burası.Evine geri taşınan bir tabut içinde, kefeninden başını çıkarmış, oturur vaziyette etrafına komutlar yağdıran yaşlı bir kadın düşünün!).

Hala evine gelir, kardeşi ve yeğenini eşyalarını toplarken bulur ve hep korktuğu mirasının paylaşıldığı düşüncesini eyleme dönüşmüş görür. Onları evden kovar. Gömülmekten son anda kurtulan halasından aşırdığı bir saat rakkasıyla döner evine yeğen H.İrdal.

Halası Naşit Bey'le evlenir. Aristidi Efendi ölür, Seyit Lütfullah da... Bir süre tiyatro
kumpanyalarında oyunculuk yapar kahramanımız.

Birinci Dünya Harbi çıkar...
....................................

İkinci Bölüm / Küçük Hakikatler

Terhis olup İstanbul'a döner. Babası harp içinde ölmüştür.Kahramanımız, Abdüsselam Bey'in yetiştirmesi Emine ile evlenir. Abdüsselam Bey'le aynı evde yaşarlar ve yine onun yardımıyla işe girer. Kızları olur, Zehra. Abdüsselam Bey vefat eder, tüm mirasını Zehra'ya bırakmıştır. Kızına kalan miras çevredekilerin hiç hoşuna gitmez ve söylenceler başlar. Bunlardan kurtulmak için yıllar öncesinde Seyit Lütfullah'tan işittiği "Şerbetçibaşı Pırlantası" efsanesine başvurur. Bu oyunu başına olmadık işler açar ve Abdüsselam Bey'in tüm alacaklıları sıraya girer. Kendisine dava açarlar. İşte o sırada, mahkeme onu Adli Tıbba gönderdiği zaman tanışırlar Doktor Ramiz'le.

Hayri İrdal artık bir tutukludur ve Doktor Ramiz'in hastasıdır. Doktor Ramiz, psikanalizin tüm yöntemlerini kullanır Hayri İrdal'ın üzerinde. Çocukluğundan başlayarak hayat hikayesini dinler. Evlerindeki ayaklı saatten canlı bir varlıkmış gibi bahsetmesi hatta saate isim vermiş olmaları (Mübarek) Doktor Ramiz'in ilgisini çeker. Kahramanımızın babasıyla ilişkisini inceler. Rüyalarına merak salar ve işin ilginç yanı H.İrdal'dan "ısmarlama" rüyalar görmesini ister. Psikanalizin gereği ve doktorun koyduğu teşhis gereği kahramanımızın o tür rüyaları görmesi gerekmektedir. Doktor Ramiz'in teşhisi şudur: Hayri İrdal'da baba kompleksi vardır. Babasını beğenmemiş, beğenmedikten sonra kendisi onun yerine geçeceği yerde, kendisine durmadan baba aramıştır. Yani reşit olamamış, hep çocuk kalmıştır (!)
(Kitapta beğendiğim ve güldüğüm mevzulardan biriydi Hayri İrdal ve Doktor Ramiz'in bu diyalogları. Özellikle ısmarlama rüyada doktorun ısrarı.)

Nihayet altı hafta geçer. Raporu hazırlanır ve H.İrdal evine döner.Ama Doktor Ramiz'le bağını koparmaz. Doktorun boş zamanlarında vakit geçirdiği kıraathaneye gitmeye başlar onunla. Tarihten felsefeye,psikanalizden ispritizmaya, siyasetten alalade dedikoduya kadar her konunun konuşulduğu kıraathanede çeşit çeşit insanla tanışır. Doktor Müssak da onlardan biridir. Doktor Müssak, kibrit kutularından mimari projeler yapar ve bunları uygulamaya çevirir ta ki yaptığı üç katlı eve merdiven koymayı unuttuğu zamana kadar.(Bu merdiveni olmayan üç katlı ev planını Hayri İrdal, daha sonra enstitü binasında kullanacaktır.)

Bu arada Hayri irdal'ın ikinci çocuğu, oğlu Ahmet dünyaya gelir. Bir süre sonra da Emine'yi kaybeder. Emine'nin ölümüyle boşluğa düşer, çocuklarıyla ilgilenmez; postanedeki yeni işine başlar.

Doktor Ramiz, Psikanaliz Cemiyeti'ni kurar. Hayri İrdal, müessesenin müdürü sıfatıyla cemiyete dahil olur. İkinci evliliğini, izlediği filmlere kendisini kaptıran, film ile yaşadığı hayatı karıştıran enteresan kişilik Pakize'yle yapar. Karısının kız kardeşleri de onlarla yaşamaya başlar, böylece kalabalık bir aile olurlar.

Hayri İrdal yeni bir cemiyete dahil olur: İspritizma Cemiyeti. Medyumların, ruh çağıranların oluşturduğu bu cemiyetin katibi ve muhasebecisi olur. Hayatının sonraki yıllarında da yer alacak Cemal Bey ve eşi Selma Hanım'la bu cemiyet sayesinde tanışır (İlerleyen zamanda kahramanımız Selma Hanım'a aşık olacaktır.). Medyum Sabriye Hanım'la da burada tanışır (Sabriye Hanım da Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde önemli görevler üstlenecektir.). İspritizma Cemiyeti'nde pek çok tuhaf kişiyle tanışacak ve onların tuhaf hikayelerine şahit olacaktır.

Cemal Bey'in teklifiyle cemiyetten ayrılır ve onun maiyetinde çalışmaya başlar. Önceleri işinden memnundur, kendi deyimiyle artık "sıraya girmiş"tir. Tekrar cemiyetten arkadaşı Sabriye Hanım'la görüşmeye başlar. Sabriye Hanım'ın evlerine gelişi, evdeki kadınların (karısı ve baldızlarının) onun şık giyimine ve zengin yaşamına özenmelerine yol açar ve bu Hayri İrdal'a pahalıya patlar.
Cemal Bey'in işten çıkarmasıyla tekrar işsiz kalır.
.....................................

Üçüncü Bölüm / Sabaha Doğru


Kızı Zehra'yı, karısının ve biri musiki meraklısı diğeri güzellik kraliçesi namzedi iki baldızının eziyetlerinden kurtarabilmek için Topal İsmail adında her türlü çirkin görüntüyü bünyesinde toplayan bir adamla evlendirmeyi düşünür. Daha doğrusu Zehra, evdeki eziyetlerden kurtulmak için bu tek talibini kabul eder.

Hayri İrdal, damat adayı Topal İsmail'i, Doktor Ramiz'i beklediği kahvede süzedursun
(Bu süzüşlerde hal ve hareket tahliline ilave vücut azaları tahlili - ilmî menâfiülâzâ-
de yapıyor H. İrdal) , Doktor Ramiz yanında bir arkadaşıyla çıkagelir. Bu arkadaş, romanın Hayri İrdal'dan sonraki önemli karakteri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün beyni ve kurucusu Halit Ayarcı'dır. Kısa bir tanışma faslından sonra Halit Ayarcı'nın bozuk saatini tamire koyulur. Saat üzerine tespitleriyse ilginçtir: "...büyük hata... Elbette işlemez. Kordonsuz saat, yularsız hayvan, nikahsız kadın gibidir. Saatini seven evvela bir kordonla kendisine bağlar." Saatin daha önceki tamirinin düzgün yapılmadığını söyler ve üçü birlikte saati en son tamir eden Ermeni saatçiye giderler. Hayri İrdal'ın saatçiyle olan diyalogları oldukça ilginçtir hatta esprilidir. Ustası Nuri Efendi'den öğrendiklerini bir bir ortaya dökerek Ermeni saatçiyi şaşkına çevirir.

Üçü birlikte yeme-içme faslı yaparlar. Sohbet sırasında Nuri Efendi'den Seyit Lütfullah'a, Abdüsselam Bey'den Aristidi Efendi'ye kadar bütün hayatını anlatır Halit Ayarcı'ya. Halit Ayarcı bu sohbet sayesinde Nuri Efendi'den haberdar olur ve Nuri Efendi'yi " zaman felsefesi yapan bir filozof" olarak adlandırır.

Ailesinden, karısı, çocukları, baldızlarından da bahseder. Halit Ayarcı hepsinin durumuna adeta kurtarıcı edasıyla yorumlarda bulunur. Öncelikle Hayri İrdal kızını, kendi yaşıtı ve sevdiği biri çıkana dek evlendirmeyecek, musiki meraklısı baldızının önüne geçmeyecektir. Halit Ayarcı'nın yardımıyla küçük baldız, gazinoda şarkıcılığa başlar.

Yine o günlerde Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün çekirdeği olan küçük daireyi açarlar. İlk ay, diğer daire çalışanı Nermin Hanım'la birlikte Halit Ayarcı'yı beklemekle geçer. İkinci ay, Nuri Efendi'nin sözlerinden slogan tertip ederler. "Maden kendiliğinden ayar kabul etmez", " Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır"... Üçüncü ayda enstitünün teşkilatı hazırlanır.

Bu günlerini Hayri İrdal " Bir işim var, yapacağım iş yok" düşüncesiyle geçirir. "Ben, Halit Bey'e bir şeyler anlatmıştım. Halit Bey birbirini tutmayan saatlere bakmış ve o esnada işsiz olduğunu hatırlamıştı. Başka insanlar ona inanmıştı. Bu esnada şehrin saatleri birbirini tutmadığı için büyük bir zata ait cenazede mühimce bir zat bulunamamıştı. Bu yüzden on günün içinde bize bir bina bulmuşlar, ücret ayırmışlar...Böyle iş olur muydu? Hayatta yeri neydi bunun?"(syf:225)

Mademki böyle bir işe kalkışmışlardı ona göre en iyisi kendilerini unutturmalı,pek ortalıkta görünmemelilerdi ama Halit Ayarcı tam aksini yapıyordu.
Öncelikle daire yeni telefonlar, masalar, yazı takımlarıyla düzenlenir. Ardından belediye reisi ziyaret eder daireyi. Sıra enstitünün personellerini bulmaya gelir. Halit Ayarcı bunu da halleder: Memurların yarısı akraba ve yakınlardan olacak, yarısı da dışardan güvenilen yüksek insanların tavsiyeleri. (Personel kadrosunu oluştururken Halit Ayarcı'nın sarfettiği sözler, günümüzle ne de çok örtüşüyor!)

Halit Ayarcı'nın teklifiyle H.İrdal'ın kızı Zehra da enstitüde işe başlar.

Halit Ayarcı'nın bulduğu yeni usül grafikler ve istatistikler (!) -ki ölülerin de dahil
edildiği bir zaman grafiğidir bu- mesleklere göre saat ayarı gösterir.

Hayri İrdal, müessesenin gereğine tam olarak inanmadığı için H.Ayarcı tarafından azarlanır ara sıra. H.Ayarcı ilginç fikirleri ve açıklamalarıyla ikna etmeye çalışır sürekli onu. Kadronun çok geniş tutulmasına karşı çıkan H.İrdal'a gerektiğinde işçi çıkarabilmek için kadroda lüsumsuz unsurların bile olması gerektiğini söyler. Hatta bu lüzumsuz çalışanlara bir ad da koyar : Günah Keçisi.

Ve saat ayar istasyonları kurulur. Saatleri durmuş insanların, saatlerinin ayarlarını düzeltmek için yol üstünde uğrayacakları küçük yerlerdir buralar. Çalışanlarıysa otomat konuşmalarıyla, tek örnek kıyafetleriyle genç kızlardır. Kızı Zehra'da çalışır bu istasyonlarda ve evlenir. Kocası ise enstitüde yelkovan şubesi şefi ve mütehassısı olur (!). (Yelkovan, Mil ve Zemberek şubeleri vardır enstitünün.)

İspritizma Cemiyeti'ndeyken tanıdığı Sabriye Hanım'a da bir iş verirler enstitüde. H.İrdal, ondan H.Ayarcı hakkında pek çok şey öğrenir. H.Ayarcı'nın, macera arayan bu adamın da bir zamanlar devlet memuriyetlerinde bulunduğunu ama maceraperest karakteri yüzünden bu işlerde durmadığını, imkansız olanı, insanları şaşırtmayı ve korkutmayı sevdiğini ve bu sebeple Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü kurduğunu söyler Sabriye Hanım.

Beş yıldır görüşmediği Selma Hanım'la tekrar görüşmeye başlar H.irdal.

Daireye gelen mühim bir zata H.Ayarcı'nın söylediği küçük bir yalan, büyür büyür ve H.İrdal'ın üzerine kalır. Bu yalan H. İrdal'ın bir kitap yazdığıdır. Devamı da gelir yalanın. Kitap, Ahmet Zamanî Efendi adında on yedinci yüzyılda yaşamış meşhur bir âlimin hayatı ve eseri üzerinedir. Mecbur H.İrdal da katılır bu yalana. Hiç yaşamamış bir adam, on yedinci yüzyılın meşhur saatçisi oluverir bir anda.

Bu arada gazetelerde de sürekli yer alırlar.Enstitüyü lüzumlu gören yazılar da vardır gazetelerde gereksiz bulan da. Karısı Pakize bile onun hakkında röportaj verir gazeteye. Hollywood'dan film teklifi aldığına kadar pek çok yalan sıralar o da. Kendi kızı bile gazetedeki röportaja inanır, babasını çok iyi tanıdığı halde.

Bir gün, büyük bir gürültüyle halası gelir daireye. Yirmi dört yıldır görmediği, şu gömülmekten son anda kurtulan halası. Pakize'nin gazeteye verdiği röportaja kızmış, soluğu H. İrdal'ın yanında almıştır. Halayı sakinleştirmek yine H.Ayarcı'ya düşer ve halasına iş teklif eder.Halası, yeni kurulacak olan Saat Sevenler Cemiyeti'nin reisi olur.

Ve nihayet Şeyh Ahmet Zamanî'nin Hayatı ve Eseri adlı uydurma kitap yayınlanır. H. İrdal'ın bu konudaki tereddütlerine cevaben H. Ayarcı'nın sözleri oldukça ilginçtir.
"Ahmet Zamanî bugün için yalan olamaz, bilakis hakikatin ta kendisi olur. Ne vakit yalan olurdu, bilir misiniz, hem de korkunç bir yalan? Eğer hakikaten bizim kendisine yüklediğimiz fikirlerle yazdığını söylediğimiz eserlerle on yedinci asır sonunda yaşasaydı, işte o zaman yalan olurdu. Çünkü asrından ayrılırdı. Asrını delip geçerdi" (syf:294)

Kitabı büyük bir eser kabul edenlerin yanında kitabın uydurma olduğunu söyleyenler de çıkar. Ne ki H.irdal da H.Ayarcı'nın disiplinini benimsemiştir artık. Eskiden sevineceği bu tenkitlere (Çünkü aklı başında insan hâlâ vardır demektir bu) artık kızmaktadır. Ahmet Zamanî'ye gelen tenkitlerden ortalığı en fazla karıştıran Cemal Bey'inkidir. Selma Hanım'ın eski kocası Cemal Bey, Ahmet Zamanî adında birinin hiç yaşamadığını ama o devirde saatle, zamanla meşgul olan başka bir âlim olduğunu iddia eder,o da Fennî Efendi'dir.

H.İrdal'ın nakitli ceza sistemi fikri, karışan ortalığı dinginleştirir ve enstitüden yine
övgüyle söz edilmeye başlanır. Bu arada Cemal Bey bir kıskançlık cinayetine kurban gider.

Enstitüye yeni personeller alınırken, H. İrdal'ın felaket günlerinde gizlenen hısım ve
akrabaları, her taşın altından çıkmaya başlar. Personel seçiminde yine enteresan fikirler gelir H. Ayarcı'nın aklına. Tecrübeliler yerine tecrübesiz insanları işe almak gibi.

Başka milletlerden insanların da aralarında olduğu büyük bir kalabalık halanın evinde toplanır. Kokteylde "Mübarek" diye takdim edilen bir sahte saat de boy gösterir. H.Ayarcı'nın davetiyle gelen Hollandalı gazeteci Van Humbert'le bu gecede tanışır H. İrdal.
............................................

Dördüncü Bölüm / Her Mevsimin Bir Sonu Vardır

Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Saatleri Sevenler Cemiyeti sınırları aşar ve ülke dışında da benzerleri kurulmaya başlanır.

H.İrdal'ın nakitli ceza sisteminden sonra enstitüye en büyük hizmeti enstitü binası olur, onun cümleleriyle. Bir yarışma açarlar. Enstitünün yeni binasını içten ve dıştan saate,zaman, ayar fikrine uydurabilecek mimarlar ararlar. Bulamayınca, fikri ortaya atan H. İrdal'a düşer iş. Saati bir binaya uygulamak, saati hep yuvarlak düşündüğü için imkansız gelir önceleri. Sonraysa "Mübarek"ten aldığı ilhamla uzun bir dörtgen şeklinde karar kılar. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü sessizce protesto eden oğlu Ahmet de enstitü binası çizimlerinde yardımcı olur babasına.

Enstitü binasından başka bir de Saat Evleri vardır yapılacak, çalışanların yaşayacakları lojman benzeri evler. Enstitü binası planını alkışlayanlar ne yazık ki Saat Evlerine aynı beğeniyi göstermezler. Sağlam ve basit bir ev planına razıydı insanlar, çünkü onlar "Yeniliği kendilerine dokunmamak şartıyla seviyorlardı"...
Saat Evlerinin planında çıkan tartışmalar H.Ayarcı'yı ilk kez yeise düşürür. Aylarca enstitüye gelmez. Enstitüye gelen yabancı heyeti H.İrdal karşılar. Heyet başkanı enstitüyü gezdikten sonra telefonla bir numara çevirir ve karşıdaki sese saati sorar. Aldığı cevap üzerine H. İrdal'a şöyle der:
"Böyle bir kolaylık varken, bu müesseseye ne lüzum var?"...Ama H.İrdal'ın cevapları ikna edemez başkanı ve H.Ayarcı'nın "Fonksiyonunu kendisi yaratacak!" dediği müessese lağvedilir.

H.İrdal, H.Ayarcı'ya ulaşır sonunda. H.Ayarcı'nın telefondaki konuşmaları umarsızdır. H.İrdal'ın evinde nâm-ı diğer Villa Saat'de bir son toplantı yapılır. Davetliler enstitünün lağvedilmesinden duydukları öfkeyi, H. İrdal ve eşinden çıkarırlar. Artık herkesin maskesi düşmüş, gerçek yüzler ortaya çıkmıştır.
Elinde seyahat çantası, başında şapkasıyla H. Ayarcı görünür kapıda. Kararı tashih ettirdiğini, müessesenin muntazam surette tasfiyesi için daimi bir tasfiye komisyonu oluşturulduğunu ve herkesin orada görevli olduğunu söyler. Bunun üzerine herkes yine eski mesut hallerine döner.

Ve gider H.Ayarcı. H.İrdal onu bir daha, geçirdiği trafik kazasının ardından evinde, hasta yatağında görür.

...............................................


Şiirlerinden tanıdığım ve sevdiğim bir kalemin, Türk edebiyatında kendine has yeri olan bu kitabını detaylı bir şekilde incelemeye alırken, her ne kadar kırk küsur yıl önce yazılmış olsa da günümüzle ne de çok örtüştüğünü gördüm.

İnsana ait değişmeyen hasletleri bir de yazarın kalemiyle, kurgusuyla, estetik ifadeleri ve bir o kadar insanı düşünmeye sevkeden fikirleriyle, kullandığı simgelerle bir kere daha fark ederken; okuması biraz meşakkatli bir kitap olsa da Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü, her okuma gönüllüsünün en az bir kere okuması gerektiğini düşündüm.

Fertten topluma uzanan bir yergi var kitapta. Merdiveni olmayan üç katlı ev planı gibi, basamaksız yaşayan bir toplumu anlatıyor satır aralarında yazar. Geçmişini geride bırakıp, içinde bulunduğu anı da geleceğin, modern hayatın özlemiyle, özentisiyle yaşayan insanların hikayelerine tanık oluyoruz ve tabiki Doğu-Batı çatışması da karakterler üzerinden önümüze seriliyor. Basamakları unutan bu insanların hazım sorunlarına da yazarın usta kaleminden çıkan bolca ironiyle gülüp geçiyoruz.

Hele bürokrasi meselesi vardır ki, bugünle koşut bir görüntüdür bu. Halit Ayarcı oyunu kurallarına göre oynarken, Hayri İrdal şaşkınlıkla izler onu ve böylece öğrenir "bürokrasi"yi...

Halit Ayarcı'nın çobanlığında, Hayri İrdal'ın çözdükçe dolaşan ipiyle (ki kendisini kuklaya benzetir kitapta) ve her biri özenti pohpohlayıcı kalabalığıyla bir maskeli baloyu uzaktan izleyen biridir okuyucu. Maskeleri arada düşse de zor değildir yeniden takmak.

Hayri İrdal da, tüm bu oyunun içinde saflığını yitirmeyen ve belki de babasının yaptığının doğru olmadığını düşünen tek yakını olduğu için oğlu Ahmet'i ve onunla yaşadıklarını özlüyor inceden. Çünkü "Kral çıplak!" diyebilen tek o. Birileri çıksın istiyor Hayri İrdal, yapılanların yanlış olduğunu, saçma olduğunu söylesin ama Halit Ayarcı tam bir belagat ustasıdır, hem ona inanmak ister hem de bu oyunla eriştiği refahtan, zenginlikten vazgeçemez.

Ayar tutmayan sadece saatler midir yoksa insanlar da buna dahil mi? Alegorik ifadenin oldukça özgün ve başarılı bir kitaba dönüşümünü merak edenlere,
Ahmet Hamdi Tanpınar'la tanışmamış olanlara tavsiye olunur.

Yeni okuyacaklara küçük bir not: Kitabın ilk bölümü sıkıcı gelebilir ama pes etmeden okumaya devam edin.

Dergâh Yayınları, basım yılı 2008 ( ilk basım 1961), 368 syf.

2 yorum:

kaldırımçocukları dedi ki...

kitap yorumunu görünce " oh be sonunda" dedim =) yorumunu çok merak ediyordum. Uzun zamandır okumak isteyip okuyamadığım eserlerdendir. İnşallah en kısa zamanda... Çok güzel olmuş yorum

Unknown dedi ki...

:-) Kaldırım çocukları, teşekkür ederim güzel sözlerin için. Bu kitap yorumu için beklettim biraz ama zor bir kitap, güzel anlatmak istedim. Beğenmene sevindim.
Okuduğun zaman da yorumunu beklerim.

sevgiler...