Cumartesi, Ağustos 16, 2008


ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ

Abdülhak Şinasi Hisar


"Uzun boyu, zayıf vücudu, siyah, cin gibi gözleri, yeşil kaplı kürkü ve kâh başına geçirdiği kâh başından çıkardığı sivri gecelik takkesiyle Asurî bir müneccimi hatırlatan bir adam..." Hacı Vamık Beyefendi nam-ı diğer Deli Vamık Bey, Çamlıca'daki Enişte, Deli Enişte'nin tasviridir kitabın bu giriş cümlesi.

Yazarın hayatında önemli izleri olan bu adam, halasının eşi yani Çamlıca'daki Enişte,
belki yazarın çocukluğunda, çocuk dünyasının en hareketli en maceraperest kişisi olduğundan, belki de yazar herkesin deli addettiği adamın muvazenesiz davranışlarını komik ve eğlenceli bulduğundan bir kitap kahramanına dönüşmüş ve belki de yazar, ilerleyen yaşında geriye dönüp baktığında, geçmişin karelerinde hayatlarında iz bırakan bu adamı -o günlere duyulan özlemle- çocuk kalbinin saflığıyla sevdiği adamı iyi-kötü, doğru-yanlış tüm yönleriyle yazıya dökerken, okuyucuya deli eniştenin öncülüğünde bir dönemi, bir İstanbul'u, bir Çamlıca'yı da anlatmak istemiş.

Kitap tür olarak roman diye geçse de romandan ziyade anıyı andırıyor. Anı-roman belki de daha doğru bir ifade olur.
Yazarın okuduğum ilk kitabı. İkinci bir kitabını da mesela bu kitapta da ara ara zikredilen Fahim Bey adlı zatı anlattığı Fahim Bey ve Biz adlı kitabını da yakın zamanda okuyabilirim.

A.Ş. Hisar, Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen o dönemin eserlerindeki sadelik yerine daha Osmanlıca dolu bir dil, daha ağır bir üslup kullanmayı tercih etmiş. Meşrutiyet dönemi yazarlarının izinden gitmiş diğer bir deyişle.
Çamlıca'daki Eniştemiz, Osmanlıca kelimelerin bolluğu, uzun cümlelerin, paragrafların çokluğuyla zor sindirilen bir kitap lakin günümüz okuru için zorlayıcı olan tüm bu özelliklere karşın anlam derinliği olan ifadelerin, cümlelerin bolluğu, farkında olmadan dudağınızın ucuna yerleştirdiğiniz küçük bir gülümseyişle "yazar ne de güzel söylemiş" dedirtiyor insana.

Çamlıca'daki Eniştemiz, kısa bölümlerle, ayrı başlıklarla Hacı Vamık Bey'i, tüm fiziki
ve karakteristik özellikleriyle, hal ve hareketleriyle, düşünceleriyle, eşi ve çevresiyle olan ilişkileriyle, kadınlara olan düşkünlüğüyle, yemek zevki ve merakıyla, babasının hatırına kendisine verilen memuriyet göreviyle, görev icabı Arabistan çöllerinde geçen yıllarıyla,hatıralarıyla anlatan hoş bir eser.
Yazar, eniştenin ve halanın ölümünden sonra kullandığı "Eyvah, eyvah! Halam ölmüş müydü?" cümlesinin içli acısına okuyucuyu iştirak ettiriyor; sözler susuyor hatıralar konuşmaya başlıyor...

Kitabın son iki bölümü hayata ve ölüme dair yazarın çok güzel ifadeleriyle dolu.

"Yaşlana yaşlana gözlerimizden nice perdeler kalkacak... Eskiden ellerimizle kollarımızı yoran nice yüklerin faydasızlığı, vehmimizi kabartan nice sözlerle iddiaların boşluğu, yüreğimizi oynatan nice üzüntülerle kuruntuların lüzumsuzluğu gözlerimize çarpacak. Bütün bu kaygılardan kurtuluş ve tasalardan soyunuş bize her türlü süslerden daha tatlı ve kıymetli gelecek. Hayatın yalnız sathını, yüzünü, ellerini değil, lakin yeni duyduğumuz içyüzünü, vücudunu, kemiklerini, iliklerini de seveceğiz..." ( Syf: 212)

ve bir de kitapta sık sık geçen "rikkatime dokunuyor" ifadesi. Ne güzel bir ifadedir bu...


Yapı Kredi Yayınları, basım yılı 2005 (ilk basım: 1944), 223 syf.

2 yorum:

Su dedi ki...

BAYILABİLİRMİYİM KEYFİMDEN EFEM?

çOK HOŞUMA DİTTİ BU BLOG...

:)

sEVGİDE KAL..

Kalem oynatılan ama ayı oynatılmayan bir yer burası..


TEBYİKLERİYİMLE..

:)

Unknown dedi ki...

Sevgili Su..., hoş geldiniz...

Tüm yorumlarınız için teşekkür ediyorum. Bloğumu beğenmenize sevindim.

Benzetmenizi enteresan buldum :-)

sevgiler...