Pazartesi, Ağustos 04, 2008


KÖR BAYKUŞ


Sâdık Hidâyet

İran edebiyatında modern öykücülüğün kurucularından sayılan Hidâyet'in üzerinde en çok konuşulmuş eseri belki de Kör Baykuş, orjinal adıyla Bûf-i kûr.

Kör Baykuş'a geçmeden önce Sâdık Hidâyet hakkında bir-iki detayı söylemeliyim. Kendisi bir vejeteryanmış ve Vejeteryanlığın Yararları adında inceleme-araştırma türünde bir eser kaleme almış. Ve henüz 48 yaşındayken geçirdiği bunalım sonucu Paris'te kaldığı dairede havagazıyla intihar etmiş. Kendisi bir ateistmiş aynı zamanda.Kasım 2006 itibariyle Sadık Hidayet'in tüm eserleri geniş çaplı bir tasfiye politikası kapsamında İran'da yasaklı durumdaymış.

Gelelim Behçet Necatigil çevirisiyle Kör Baykuş'a:
Kör Baykuş, oldukça enteresan bir roman. Kitabı okuyup bitirdikten sonra güzel kitaplardan alınan lezzeti tatmanıza ilave kafanızda soru işaretleri kalması da kuvvetle muhtemel. Bu kitabı okumadan önce değil de okuduktan sonra hakkında küçük bir araştırma yapmak, kitabı daha iyi özümseyebilmek adına gerekli.

"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar" cümlesiyle başlıyor Kör Baykuş. Bu cümle başlangıç cümlesi olmasına ilave kitabın anahtar cümlesidir de. Birinci tekil şahıs ağzından anlatılıyor roman, yani kahramanın kendi dilinden.
Şarap ve afyon tiryakisi kahramanımız şehrin dışında, sessiz sakin yalnız başına yaşar. Tek uğraşı kalemdanlar yapıp onları boyamaktır. ( kalemdan: Çokluk tutkallı kağıt hamurundan yapılan ensiz, uzun kutu. İçine hokka ve diğer yazı araç-gereçleri konur. / dipnottan) Kalemdanlarına hep aynı resmi çizer. Bir servi dibinde bağdaş kurup oturmuş kambur bir ihtiyar, parmağı hayret ifadesiyle dudağında, karşısında uzun, siyah entarili bir genç kız ihtiyara doğru eğilip ona bir gündüzsefası uzatmakta.
Ve kahramanımız başlıyor duvarda beliren kendi gölgesine yazmaya...

Her şey iki ay dört gün önce olmuştur. Amcası gelir evine, ilk kez görür amcasını. Amcasına ikram edecek bir şeyler ararken kalemdanlarına resmettiği manzarayı görür pencereden. Servi dibinde oturan kambur bir ihtiyar ve ona gündüzsefası uzatan bir genç kız. Amcası onu beklemeden gitmiştir. Ertesi gün kızı tekrar görmek için gitmek ister pencereye ama karşısında sadece penceresi olmayan bir duvar vardır. Evin dışında, günlerce arar kızı. Bir gece kapısına gelir kız. İçeri girer ve yatağa uzanır. Hiç konuşmaz ve gözü kapalıdır. Kıza ikram etmek için şarap getirir. Kız bir ölü kadar soğuktur, en ufak bir hayat belirtisi de yoktur. Kızın karşısına geçer ve resmini yapmaya başlar. Kız gözlerini açar ama kahramanımız kızın yanına gittiğinde kızın çoktan öldüğünü anlar, üzerinde kurtçuklar dolaşmaktadır kızın. Çürümüş ceseti ne yapacağını bilemez önce. Sonra cesedi tuhaf ve korkunç (!) bir şekilde bavula yerleştirir. Dışarı çıkar, bir ihtiyar arabacı durur yanında. O bir şey söylemeden ihtiyar söyler ölü taşırım, gömerim, tabut yaparım diye. İhtiyar arabacıyla giderler. Arabacı toprağı kazar ve gider. O da bavulu gömer. Arabacı topraktan bir testi çıkarmıştır, ona verir. Evine döndüğünde testinin üzerindeki resimle kendi çizdiği ölü kızın portresinin aynı olduğunu görür. Afyon içer ve uyur.

Uyandığında kendini başka bir dünyada / zamanda / mekanda bulur ve yine yazmaya başlar:
"Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar gibi olan daha iyi insandır, diye düşünürdüm." ( Butimar, mitolojik bir kuştur, Deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacağını düşünür. Bu tasa yüzünden de su içmez hiç.)
Ellerinin, üzerindekilerin kanlı olduğunu görür/ düşünür. Polisin gelip onu yakalayacağını düşünür. Ve anlatır yeni bir hikaye daha...

Odasının yanında küçük bir oda daha vardır, dışarıya bakan pencereleri olan. Dışarıyla bağlantısı o pencerelerdir. Pencereden baktığında ilk kasabı görür, çengellere et asan kasabı. İlerisinde önündeki yaygıya ıvır zıvır eşya dizmiş ihtiyarı görür bir de. Evdeyse bir sütannesi bir de "kahpe bir kadın" vardır onun deyimiyle, karısıdır o da.

Babasının ve amcasının hikayesini anlatır. Annesini ve babasını hiç görmemiş. Babasıyla amcası ikizmiş. Genç yaşlarında Hindistan'a gitmişler ticaret için. Babası orada bir bayadere ( Hint tapınaklarındaki rakkase, dansöz) aşık olmuş ve onunla evlenmiş. Amcası ikiz olmasından istifade ederek annesini kandırmış. Ama annesi bunu anlayınca açığa vurmuş sırrı. Annesi kararı kobra yılanına bırakmış. Babasıyla amcası kobra ile karanlık bir yere kapatılacak, kim sağ kalırsa rakkase onunla olacakmış. Çıkan amcasıymış. Rakkase de amcasıyla evlenmiş. Ama kurtulanın babası mı amcası mı olduğu hiçbir zaman tam bilinememiş. Amca bu deneme sonrası, hafızasının kaybetmiş ve çocuğu yani kahramanımızı tanıyamayınca onun amcası olduğuna karar vermişler.
Çocuk halaya bırakılmış. Kahramanımız halasının kızıyla yani karısıyla aynı evde büyümüş.

Halası ölür ve hala kızının oyunuyla evlenmek zorunda kalır onunla. Evlenirler ama ayrıdır odaları. Karısının aşıkları olduğunu bilir ama ses çıkaramaz onu kaybetmemek için. Hasta olur, yatağa düşer. Karısı hamiledir. Annesinin doğumunda hazırladığı zehirli şarabı içip ölmek ister her defasında ama yapamaz. Bir gece karısının odasına girer ve onu öldürür. Aynaya baktığında kendini ihtiyar hurdacı olarak görür.

Uyanır... Uyandığında her zamanki odasındadır.

..........................

Kitabın başında verilen B. Necatigil'in yazısı ve kitabın sonunda verilen Sâdık Hidâyet'in Biyografyası'nda arkadaşı Bozorg Alevî'nin yazdıklarından da yararlanarak kitabı kısaca şöyle çözümleyebilirim:

Kitapta olaylar zaman ve mekanın dışında geçer. Rüyalar, birsam (sanrı, halüsinasyon) içiçedir.
Şimdi ve geçmiş birliktedir. Her şey, afyon tiryakisi ruh hastası bir adamın anlatılarıdır. Karakterler de aslında bir kişinin yani kahramanın diğer kişilikleridir. Yani aslında baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve kahraman aynı kişidir. Genç kız, bayader ve kahramanın karısı da öyle.

Yazarın üzerinde Hayyam'ın etkisi büyük. Bunu eserde de, eserin tahlilini yapan Bozorg Alevî'nin yazısında da görmek mümkün.

Bir güzellik ve dürüstlük arayışı var kitapta. İran minyatürlerindeki kambur ihtiyara gündüzsefası uzatan kız figürü, aslında güzelliği uzatıyordu. Ebedi güzelliğin vücut bulmuş hali kadındır ama ete kemiğe büründüğünde erkeğe suç ve fesat bulaştırır. Kadındaki güzelliğe ancak cinayetle ve çarpıtılmış görüntüsünde yaklaşabiliriz diyor kahramanın diliyle kitap.

Diğer karakterlerin ve detayların da elbet biraz mistik, biraz felsefi anlamları var ama özellikle yazarın din üzerine düşünceleri, benzetmeleri ve dinden ve Allah'tan çok katı ifadeler kullanarak söz etmesi beni hayrete düşürdü açıkçası.

Nihayetinde enteresan, farklı, başarılı, tuhaf, aklıma yatmayan ama güzel bir kitap. Bol soru işareti geride bırakıyor. Yazarın hayat hikayesini okumuş olsam da bazı ifadelerine ve intiharına "neden" demekten kendimi alamadım.

"Ölümünden az önce bir hikaye taslağı kaleme almıştı, şuydu konu: Annesi 'Salgı salamaz ol!' diye beddua eder yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gider. Hidâyet'in hayat hikayesi miydi bu?"

?...


Yapı Kredi Yayınları, basım yılı 2008 ( Türkçe ilk basım 1977 / Varlık Y.), 95 syf.

3 yorum:

kaldırımçocukları dedi ki...

ben bu kitabı okumalıyım... din hakkında katı ifadeler kullanarak söz etmesi yetiştikleri ortam ve baskıcı sisteme bağlı... bazen insan ne kadar kendini yetiştirsede geliştirsede bu nefretten vazgeçemiyor maalesef. cocukluktan kalan o illet anılar bizi hayatın en güzel şeylerine bile düşman edebiliyor. kim bilir nasıl bir baskı altındaydılar demekten alamıyorum ben kendimi

ilham perisi dedi ki...

Merhaba nasılsın demey geldim ,güzel bir gün dileğimle...

Unknown dedi ki...

Merhaba ilham perisi, iyiyim.
teşekkür ederim...