Pazar, Ekim 25, 2009


BİR KEDİ, BİR ADAM, BİR ÖLÜM

Ö.Zülfü Livaneli

Leyla'nın Evi'nden sonra okuduğum ama ondan önce yazılmış, 2001 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü almış Zülfü Livaneli kitabı. Güzel bir okumaydı.

Başlayalım bakalım: Ana karakter Sami Baran, sağ-sol çatışmasının hararetli olduğu dönemde Ankara'da felsefe okuyan, sinema meraklısı bir üniversite öğrencisidir. Yine elinde kamerası çekim yaparken gördüğü kimya öğrencisi Filiz'e âşık olur. Eylemler yapan, toplantılara giden solcu Filiz'in aksine Sami kendisini sağcı ya da solcu olarak görmez. İki genç tanışırlar ve ailelerin de onayıyla nişanlanırlar. Sami'nin Filiz'i arabasıyla evine bırakacağı bir akşam -evlerine alacakları perdeleri konuşurken- birden nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde trafik durur, Filiz ona ses vermez ve kafasını çevirdiğinde sevdiği kızın yüzünün yarısının yokolduğunu görür. O daha hiçbir şeye anlam veremeden arabadan çıkartılır ve gözlerini tekrar açtığında kendini bir sorgu odasında bulur. Burada her şey netlik kazanır. Filiz, bir askerin tüfeğinden çıkan kurşunla ölmüştür. Nedeni ise şüpheli bulunan aracın dur ihtarına uymamasıdır ama onlar ihtarı duymamışlardır bile. Karşısında "bir adam" vardır, ondan kendisiyle konuşmak isteyecek olan basına, Filiz'in solcu bir eylemci olduğunu, kendisinin ise bunu bilmediğini söylemesini ister ve böylece bu olayın üstü kapatılacaktır. Ne de olsa her gün sağ-sol çatışmasından insanlar ölmektedir. Ama Sami Baran, adamın sözlerine şiddetle karşı çıkar. Gördüğü işkenceler, yattığı hapis sonrası ailesinin de yardımıyla İsveç'e siyasi mülteci olarak yerleşir, 1980 darbesi sonrasında.

İsveç, bambaşka bir ülkedir, buz gibi havası, kasvetli gri rengiyle. Kendisi gibi pek çok siyasi mülteci vardır ülkede, İran'dan, Şili'den, Japonya'dan ve dünyanın daha başka yerlerinden gelen pek çok mülteciye kucak açar ülke. Kalacak yer, iş, yemek ve giyecek parası, tedavi masraflarını da karşılar üstelik. Sami de önce kursa gider ve ülkenin dilini öğrenir. Çöp kamyonu sürücüsü olur. Bir gün, bir siyam kedisi gelir çöreklenir kapısına. Sahibinin ölümünden sonra mahallede kimsenin ilgisini istemeyen, mağrur kedi tüm kayıtsızlığıyla yeni sahip olarak Sami'yi seçer. Sami ve Sirikit... İkisi de birbirine kayıtsız...

Ve göl evi... Farklı ülkelerden siyasi mültecilerin yer aldığı bu pansiyon evde, Sami'nin Türk arkadaşları da vardır. Ve bir gün, bu göl evinde bir cinayet planı yapılacaktır. Ama ondan önce:
Sami İsveçli doktorların kısaca hastalık hastası olarak nitelendirdiği bir hastadır ve kendi isteğiyle hastaneye yatar. Ve bir gün hastanede kendisi gibi bir Türk'ün daha kaldığını öğrenir. Ama beyninde ur olan, ölümü bekleyen bu yaşlı adam memleket hasreti giderilecek biri olmaktan çok uzaktır. Onu ilk gördüğünde anlar bunu, çünkü tanır onu. O, "bir adam"dır, bir zamanın çok can yakan bakanı...

Sami, göl evindeki arkadaşlarına verir haberi. Ve göl evinden karar çıkar. Adam öldürülecektir. Sami, her gece adamın odasına gider, uzun uzun izler onu. Ve bir gün adam da onun odasına gelir. Sami'nin kendisini izlediğinden haberi vardır. Sami, adamın dil bilmemesinden ötürü doktorla arasında tercümanlık yapmak zorunda kalır. Adama karşı nefret doludur, karar verilmiştir, adam Filiz'in öldüğü günde öldürülecektir. Sami, göl evinde kaldığı sırada tanıdığı ve hoşlandığı Şilili Clara'yla birlikte plan yapar ve göl evindeki diğer mültecilere adamın hastaneden ayrıldığını ve Türkiye'ye döndüğünü söyler. Ve bir gün, Clara'yla birlikte adamı hastaneden kaçırırlar. Onu göl evine götüreceklerini söylerler ve buz tutmuş gölün üzerinde yürürlerken adam incelmiş buzun kırılmasıyla suyun içine gömülür. Artık hepsinin, ülkelerinden kopup bu soğuk Kuzey ülkesine sığınmalarına sebep olan düşüncenin ete kemiğe bürünmüş ortak müsebbibi ortadan kaldırılmıştır onlara göre...

Peki böyle mi bitti Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm? Yazar öyle yazmış ama Sami Baran bunu yalanlıyor. Bu nasıl oluyor? Zülfü Livaneli'nin kurgusu burada, aslında kitabın başında devreye giriyor.

Sami Baran'ın hayat hikayesini yazmak isteyen kendisi gibi siyasi mülteci bir arkadaşı yazıyor önce. Sami Baran anlatıyor ve o kurguluyor. Sami Baran da kitaba eklenmesi için notlar tutuyor ama bakıyor ki bu notlar kitabı bile aşmış, yazarın hiç de hoşuna gitmeyecek bir şey yapıyor. Önce yazar anlatıyor Sami Baran'ı, sonra kendisi "el yazıları" adıyla kendini anlatıyor. Yani kitabın iki anlatıcısı var ve durum böyle olunca "son" da iki tane oluyor. Asıl son Sami Baran'da ve Sirikit'te.

Sami Baran, önceki hayatında köpek olduğunu, mülteci yaşamında kedi olmayı seçtiğini söylüyor. Diz çökmeyen, eğilmeyen ve mağrur.

Başarılı çizilmiş bir karakter Sami Baran. Aslında Sami Baran'ın hikayesi değil yalnızca diğer mülteci karakterlerin hikayeleri de oldukça etkileyici. Özellikle Japon mülteci Yoriko'nun İsveç semalarında kanat çırptığı hikayesi...

Zülfü Livaneli kendisi de İsveç'e siyasi sığınmacı olarak yerleşmiş ve bu kitap, o yılların birikimiyle yazılmış. Durum analizlerinden ziyade insanları yazmayı sevdiğini söylemiş yazar, kitapla ilgili okuduğum bir röportajında. İnsandaki "değişim"i çok güzel ifade ettiğini düşünüyorum bu kitabında, karakterlerin öncesi ve sonrasında bunu görmek mümkün.

İki anlatıcılı kurgu da okumaya farklı bir güzellik katmış, pek beğendim. Kitap kapağını da es geçmemek lazım. Gördüğüm en güzel kapak resimlerinden biri oldu kendileri.

Yazarın, kitap açılışını yapan Victor Hugo'nun Deniz İşçileri adlı romanından alıntıladığı sözle yazıyı noktalayalım:

"Yanardağlar taşları fırlatır, ihtilaller de insanları..."

Remzi kitabevi, basım yılı 2001, 221 syf.

2 yorum:

el*ff dedi ki...

Duymamıştım Livanelinin bu kitabını merak ettim bak şimdi :))

SERAP dedi ki...

Livaneli'nin en çok okumak istediğim kitabı bu ve belki hatırlarsın konu olarakta sana bunu okumanı tavsiye etmiştim.Beğenmene sevindim.Bakalım ben ne zaman okuyabilirim?