Salı, Aralık 07, 2010



STRANGERS on a TRAIN

Sanırım kısa aralıklarla üç kez izledim Trendeki Yabancılar'ı. Beğendiği filmleri tekrar ve tekrar izlemekten usanmayan bünyem, özellikle Hitchcock filmlerinden pek bir keyif alıyor, edebiyatta da Agatha Christie'nin verdiği keyif gibi.

Trendeki Yabancılar, Patricia Highsmith'in aynı adlı romanından uyarlanmış 1951, ABD yapımı bir Hitchcock filmi. Başrollerini Farley Granger, Ruth Roman ve Robert Walker'ın paylaştığı filmde Hitchcock'un tek çocuğu Patricia Hitchcock da yer almakta.

Film, tren istasyonuna doğru ayrı ayrı ilerleyen iki çift ayakkabı görüntüsüyle başlıyor. Bu iki çift ayakkabı sahipleri trende karşılıklı oturuyor ve yanlışlıkla ayakkabıların birbirine değmesiyle yazık ki tanışmak zorunda kalıyorlar. Yolculardan biri Guy Haines adında ünlü bir tenisçi, diğeri ise Bruno Anthony adlı işi gücü olmayan, babasının servetiyle geçinen meraklı bir tiptir ki burada Bruno karakteri için otoriter babasından nefret ettiğini ve annesinin kollarında ilgi bekleyen şımarık küçük bir çocuk gibi davrandığını da söyleyelim. Babası, oğlunun normal olmadığını annesi ise onun özel bir çocuk olduğunu düşünedursun, Bruno Anthony karakteri düpedüz hasta ruhlu bir yetişkindir.

Guy Haines, ayrı yaşadığı sadakatsiz eşinden boşanıp, senatörün kızı Anne Morton'la evlenmeyi planlamaktadır ve boşanmayı konuşmak için karısının çalıştığı yere gitmek üzere trene biner. Trende, Bruno'nun karşısına oturması onu gönüllü olmadığı bir sohbetin içine sokar. Bruno, onu tanıdığını, o ve sevgilisi hakkında çıkan haberleri okuduğunu söyler. Karısının ölmesi onun için iyi olacaktır, Bruno'ya göre. Ve Guy'a nefret ettiği babasından da bahseder, onun ölümünü istemesini de ekleyerek. Ne ki cinayet onları şüpheli duruma düşüreceğinden ve yakalanmaları kolay olacağından Guy'a enteresan bir teklifte bulunur: Çapraz cinayet. Anthony, Guy'ın boşanmayı reddeden karısını öldürecek, Guy da Anthony'nin nefret ettiği babasını. Ve ikisinin de öldürmeyi planladıkları kişilerle ilgileri olmadığı için yakalanmaları imkansız olacak, Bruno'ya göre.

Bu dehşet planı dinledikten sonra Guy, fikrinin nasıl olduğunu soran Bruno'ya, onu başından atmak için güzel olduğunu söyler ve trenden iner. Karısıyla görüşmeye gider ve kavga ederek oradan ayrılır. Gece evine döndüğündeyse birisinin kendisine seslendiğini duyar, bahçe kapısının orada Bruno'yu görür. Bruno, trendeki sohbetin ardından dehşet planını uygulamaya koymuş ve Guy'un karısını evine kadar takip etmiştir. Bir gece erkek arkadaşlarıyla birlikte lunaparka gittiğinde Bruno da peşindedir ve göldeki sandal gezintisinin ardından karşı kıyıya çıktığında kadını öldürür ve oradan kaçar. Guy'ın evine geldiğindeyse ona karısını öldürdüğünü, sıranın da onda olduğunu söyler. Guy, polise gideceğini söyler ama Bruno'nun sözleri aklını karıştırır. Ardından sevgilisi Anne Morton'ın evine gider, burada senatör, sevgilisi ve sevgilisinin kızkardeşi ona kötü haberi verirler: Karısı öldürülmüştür.

Guy, cinayetten haberi olduğunu onlara söylemez. Polise verdiği ifadede cinayet saatinde eve dönüş için bindiği trende onu gören bir şahidi olduğunu söyler. Söylediği kişi ise trende sarhoş olduğunu ve onu hatırlamadığını söyler. Guy tutuklanmaz ama şüpheli durumunda olduğu için peşine onu devamlı izleyecek bir polis takılır.

Guy, Bruno'nun telefonlarına çıkmaz, notuna cevap vermez ama bir gün sevgilisiyle gittiği müzede karşısına Bruno çıkar. Ardından Guy'a evin planının ve anahtarının olduğu bir mektup gönderir. Guy, tenis maçlarına çıkmaya devam eder, polis de onunla birliktedir. Seyirciler arasında Bruno da vardır. Maçtan hemen sonra Bruno'yu sevgilisinin masasında gören Guy, onu arkadaşı olarak tanıştırmak zorunda kalır.

Senatörün evindeki partiye davetsiz olarak katılan Bruno, etrafına topladığı yaşlı zengin kadınlara cinayet yöntemlerini anlatmaya ve içlerinden birini de uygulamaya koyulunca Guy tarafından evden çıkartılır. Bu arada, Anne Morton'ın kız kardeşi de Guy'ın karısı gibi gözlük takmaktadır ve Bruno'nun Barbara'ya bakışlarından şüphelenen Anne, olayı çözer ve Guy'ı her şeyi anlatmaya zorlar. Bruno'nun nasıl hasta ruhlu bir katil olduğunu öğrenen Anne ve Guy, bir plan yaparlar ve o gece peşindeki dedektifi atlatıp Bruno'nun evine giden Guy'ın niyeti, Bruno'nun babasına olanları anlatmaktır. Ama babasının yerinde Bruno'yu görünce, Bruno'nun ona oyun oynadığını anlar. Anne, olanları Bruno'nun annesine anlatmaya çalışır ama annesi ona inanmak istemez. Konuşmaya Bruno da şahit olur ve Guy'ın babasını öldüremeyeceğini anlayan Bruno, Guy'dan intikam almak için, Guy'ın karısını öldürdüğü yere gidip onun çakmağını oraya bırakarak suçu Guy'ın üstüne atmaya çalışır.

Final sahnesi... Lunaparkta karşı karşıya gelen Guy ve Bruno, peşlerinde polis. İkisi de atlıkarınca üstünde, polisin ateşiyle bozulan, durdurulamayan ve daha da hızlanan atlıkarıncadan kim sağ çıkacak?

Filmde tehlikeli atlıkarınca sahnesi hiçbir hile kullanıılmadan çekilmiş, atlıkarıncayı durdurabilmek için altına giren yaşlı adamın olduğu sahne ki Hitchcock da sonradan bunun tehlikeli olduğunu kabul etmiş araştırmama göre.

Guy'ın tenis maçında onu izleyen başların bir sağa bir sola gidişi ama Bruno'nun dümdüz Guy'a baktığı sahne, Barbara'nın gözlüklerinde Guy'ın çakmağının ateşini hayal eden Bruno sahnesi, partide önce Bruno'nun gözüne yumruk atıp, sonra da onu ayağa kaldırıp papyonunu düzelten Guy'ın esprili sahnesi ve tabi final sahnesi filmin başarılı karelerinden birkaçı.


Son nefesinde bile oyununu sürdüren Bruno Anthony'ye ne demeli? Guy'ın tanıtımıyla
"Bruno Anthony, çok zeki bir adam"...

Hitchcock, ne yapmış etmiş yıllar sonra bile heyecanını yitirmeyecek filmlere imza atmış. Çekim tekniği olarak günümüz olanaklarıyla kıyaslanamayacak filmler doğru, ama senaryoların sağlamlığı, oyuncuların mükemmel oyunculukları -Bruno karakteri müthiş canlandırılmış- ve yönetmenin dehası oldu mu tadından yenmez o film.



Bu arada Patricia Highsmith'in sadece Merhameti Ertelemek kitabını okumuştum. Trendeki Yabancılar da listeye eklensin okunmak için. Ve sonra da şu sorunsal var ki meşhur, çıksın ortaya: Kitabı mı, filmi mi? Genelde filmler kitabın hakkını veremez ama bu film, kitabın hakkını vermiştir, vermiştir büyük ihtimal.

Hiç yorum yok: