Salı, Nisan 12, 2011


ŞİBUMİ

Trevanian

Eserden ziyade yazarını merak etmemle başlayan okuma serüveni nihayete erince hakkında yok denecek kadar olumsuz yorum okuduğum kitabın bu kadar sevilmesine - kimi en az beş kere okudum diyor, kimi hayatımın kitabı mertebesine çıkartıyor kitabı- pek anlam veremedim. Yoksa kitabın kahramanı Nicholai Hel'in dinginliğe erdiği üçgen çayıra satırlar arasından ulaşılıyor da ben mi yanlış sapaktan döndüm, bilemedim şimdi. Fikrimce kitabın bu kadar sevilmesinde yazarın esas kimliği üzerindeki esra.r perdesinin etkisi de büyük. Hoş, o perde de kalkmış, yazarın kimdir, nedir, necidir soruları cevabını bulmuş. Ben de bu esrarın büyüsüne kapılıp kitabı okuyan çoğunluktanım.

Gelelim kitaba: Kahramanımız Nicholai Hel, yarı Rus yarı Alman asıllı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş ve bir Japon bilgesinden "Go" oyununu öğrenmiş. Öğrenilmesi çok güç olan Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşmakta. Enteresan öldürme teknikleri kullanmakta; kalem, plastik kart onun elinde öldürücü bir silaha dönüşebiliyor. Doğuştan gelen ve zamanla geliştirdiği mühtiş bir yeteneği de var üstelik, "yakın algılama" yeteneği. Kendisine çevrilen bakışları anlıyor ve bu yüzden fotoğrafları hep flu çıkıyor. Şatosunda otururken bahçesine giren adımların sahiplerinin profilini verebiliyor, hissettiklerini anlayabiliyor. Koyu bir Amerikan düşmanı. Ee intikam duygusu da taşıyor, üstüne üstlük parlak yeşil gözleri olan çekici bir adam. Bütün bu özellikleri harmanlayın ve karşınızda süper anti-kahraman Nicholai Hel.

İşte kahramanımız Nicholai Hel, inzivaya çekildiği Bask bölgesindeki şatosundan bir gün iş ve intikam amaçlı çıkıyor. Ama o şatodan çıkmadan evvel filmi başa saralım...
Hani şu sinema filmlerinde, dizilerde karşımıza çıkan hatta evrensel bir efsane haline dönüşmüş dünyayı yöneten bir "Ana Şirket" mefhumu var ya, bu kitapta da karşımıza çıkıyor kendileri, öyleki CIA'den bile daha güçlü, hatta onu devralmış. Münih Olimpiyatlarında İsrailli atletlerin öldürülmesi üzerine öc almak için kurulan Münih Beşlisi adlı örgütün geride kalan üç militanı, atletleri öldüren Kara Eylülcüler adlı örgüte saldırıyı gerçekleştirecekleri Roma Havaalanında kendileri saldırıya uğrarlar ve saldırıdan bir kişi sağ çıkar: Hanna Stern adında genç ve güzel bu kadın, Pau havalimanına uçar. Münih Beşlisi örgütünün sağ kalan tek üyesinin Pau'da ne işi olabileceğini araştıran Ana Şirket'in karşısına arananlar listesinde üst sırada yer alan Nicholai Hel ismi çıkar.

Nicholai Hel, Prusyalı bir kontun evlilik dışı çocuğu olarak Şanghay'da doğar. Bir Alman olan annesiyle birlikte yaşayan Nicholai, okula gitmez ama Fransızca, Rusça, Almanca ve İngilizce'yi ana dili gibi öğrenir dadıları sayesinde. Şanghay Japonların işgaline uğradığında kontes zaruri olarak evini Japon generali Kişikava''ya açar. Kontes'in ölümü üzerine de general, zekasına ve çok dil bilişine hayran olduğu Nicholai'yi Japonya'ya, usta go oyuncusu Otake-san'ın yanına yollar. Nicholai burada yedi yıl kalır, go oyununu çok iyi bir oyuncu olacak kadar öğrenir. Hatta bir kız arkadaşı da olur burada ama ne yazık ki atom bombası kurbanlarından biri olur sevgilisi. Go ustası Otake-san da ölünce Japonya'da kalmasının bir anlamı olmadığını düşünür. Günlerce aç ve sefil bir halde sokaklarda dolaşır. Nihayetinde bildiği diller sayesinde CIA'ye gelen şifreli bir mesajı çözer ve Amerikan istihbaratında işe başlar. General Kişikava'nın savaş suçlarından yargılanmak üzere Japonya'ya getirileceğini, Rusya'da yakalandığını öğrenir. Generalle görüşme ayarlar ve çok sevdiği, babası yerine koyduğu generali daha fazla acı çekmemesi için ikinci görüşmesinde şah damarına batırdığı bir kalemle öldürür. Bu yüzden Rusya'da üç yıl tutuklu kalır. Gözetmenin rastgele getirdiği dil kitapları sayesinde dünyanın öğrenmesi en zor olan dili Baskça'yı öğrenir. (Üşenmedim, araştırdım, en zor dil sıralamasında listenin başında Çince var.)

Ana Şirket ona bir teklifle gelir: Özgürlüğü karşısında Çin'de bir komutanı öldürmek. Nicholai denileni yapar ve sahte kimlikle İspanya'nın Bask bölgesine yerleşir. Burada tuhaf bir ilişki yaşadığı geyşası Hana'yla günlerini geçirir, sık sık bahçe düzenlemeleri yapar, koyu bir Bask milliyetçisi olan arkadaşı Le Cagot'la mağara keşiflerine çıkar.

Ve bir gün, şatosuna Hanna Stern gelir, Münih Beşlisi örgütünün sağ kalan tek üyesi. Hanna, kahramanımızdan, örgütün kurucusu olan ve vaktinde Nicholai'yle yolları kesişen kaybettiği amcasının da hatıra referansıyla büyük bir iyilik ister: Kara Eylülcüler'i ortadan kaldırmak, Roma havaalanında iki arkadaşının ölüme neden olanları bulmak ve öc almak.
Nicholai bu genç ve güzel bayanı kararından vazgeçiremeyeceğini anlayınca onu daha güvende olacağını düşündüğü bir kulübeye götürür ama malesef Ana Şirket Hanna'nın izini bulur...

Nicholai için şatosundan çıkmanın vaktidir artık...

Yaklaşık dört yüz elli sayfalık kitap, tüm detayları barındırırken anlatımda, final bölümünü es geçiyor sanki bu zenginlikten. Hani Nicholai Hel, ellisine gelse de taş çatlasa otuz gösteren, muhteşem güzellikte yeşil gözlere sahip yakışıklı, asil on parmağında yirmi marifeti barındıran süper kahramanımız için okurun beklentisini karşılamayan bir son yazılmış olması hele ki Ana Şirket'in gönderdiği üç ajanla kapıştığı sahnelerin vasatlığı kitap için pek iyi olmamış.

Kitapla ilgili okuduğum yorumların çoğu, kitabın ilk sayfalarının sıkıcı olduğu, Nicholai ve Le Cagot karakterlerinin mağara keşifleri yaptıkları sahnelerin çok uzun tutulduğu yönündeydi. İlk yoruma evet, ilk sayfalar fikrimce çok sıkıcı ama mağara sahneleri bana güzel geldi. Hatta kitabın en gerçekçi sahneleriydi diyebilirim. Asıl tehlikeli sahneler ve aksiyon mağaradaydı sanki. Düşme, sıkışma ve ölümle burun buruna gelme gibi sahneler film karesi gibi gözümün önünde geçit resmi yaparken mağaralarda karşılarına çıkan dev kristaller gibi harikalar da manzara güzelliği serdi zihnime.

Go oyununa gelince, açıkçası bu kitaptan önce adı hariç hakkında bir bilgiye sahip değildim. Japon satrancı deyip geçerken, öğrendim ki bakın ne demiş uluslararası satranç ustası Edward Laker:
" Satrancın Barok kuralları ancak biz insanlar tarafından icat edilebilecekken go'nun kuralları o kadar nezih, organik ve kati bir şekilde mantıklıdır ki eğer evrenin başka yerlerinde akıllı yaşam formları varsa nerdeyse kesinlikle go oynuyorlardır."

Şibumi'ye gelmeden önce Trevanian'a gelelim. Trevanian yazarın takma adı (bilenler bilir, bu yorum yazarla tanışacaklar için). Rodney William Whitaker adıysa yıllar sonra ortaya çıkan ismi. Yazar, 2005 yılında ölmüş ama hayattayken kimsenin karşısına çıkmadığı, kendini gizlediği gibi mezarının yeri bile yine kendi vasiyeti üzerine gizleniyormuş. Ne gizem ama... Belki de popülaritesinde kitaplarına atfedilen başarıdan ziyade bu gizemin payı büyüktür, belki.

Yazarın Katya'nın Yazı ve Clint Eastwood tarafından sinemaya uyarlanan bir diğer kitabı İnfazcı'yı da olur ki kütüphanede bulabilirsem okumayı düşünüyorum.

Ve gelelim sona bırakılan, kitaba da adını veren Şibumi'nin ne olduğuna:
"... anlatılmayacak bir niteliği tarif etme çabası. Sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli güzellikleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki , güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllülük demek. " (syf: 84)

Generalin Nicholai'yi go ustası Otake-san'ın yanına göndermeden önce, ustayı kahramanımıza anlattığı cümleler. "Onda öyle bir nitelik var ki ... nasıl ifade edeyim bilmiyorum... Şibumi var" Bu cümleden sonra Şibumi kavramı giriyor kahramamızın hayatına. "Bilgilerden geçip basitliğe varma" felsefesini kendi hayatına da uyguluyor dünyanın ücreti en yüksek kiralık katili karakterimiz Nicholai Hel.

Kitapta şöyle de bir dip not var ki yazara popülerlik kazandıran unsurlardan biri:
"Bu kitap boyunca Nicholai Hel birçok kez çıplak elle öldürme yöntemlerinden yararlanacak fakat bu yöntemler hiçbir zaman ayrıntılı biçimde tarif edilmeyecektir. Yazar daha önceki bir kitabında tehlikeli bir dağa tırmanma yöntemini ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bu kitabı filme alma sırasında yetenekli bir genç dağcı kaza sonucu düşerek ölmüştür. Daha sonraki bir kitabında ise yazar , iyi korunan bir müzeden bazı tabloların nasıl çalındığının ayrıntılarına girmiş, kitabın İtalyanca çevirisi piyasaya çıktıktan sonra Milano müzesinden üç tablo , anlatılan yöntemle çalınmış ve bulunduklarında ikisinin onarımı yapılamayacak şekilde tahrip edilmiş olduğu görülmüştür."
Aynı uygulama yine aynı sebeplerle kitapta verilen müstehcen sahneler için de geçerliymiş diye de ekleyelim.

Edebiyat dünyasının popüler anti-kahramanı Nicholai Hel'le tanıştık böylece. O bana şu dinginlik limanı "üçgen çayır"ının tam adresini veremedi ama üzerimde uyandırdığı ilgiyle yazarının diğer kitaplarını okuma listeme almamda referans oldu. Bunu da belirtelim.

E yayınları, basım yılı 2003 (kitabın orjinali ilk basım 1979), 445 syf.
Çeviri: Belkıs Çorakçı

Hiç yorum yok: