Cumartesi, Mayıs 14, 2011


Sergüzeşt-i Şizofren

dördüncü gün... (sabahın körü ya da erken vakitlerde)

Besinimi almıştım. Psikanaliz seansı için hazırdım. Peter Lorre, deri koltuğuna oturmuş, elinde spiralli bloknotu ve sarı kurşun kalemiyle pozunu almış, yatağa uzanan hastasına fon oluşturacak manzarayı düşlüyordu. "Doktor?" dediğimde hastasına uygun arka planı bulmuş olacak ki "Buldum" dedi " göl evine ne dersin?". Hangi Göl Evi, şu holivud’un çekip de aslını arattığı güney kore filmi mi? O ev de güzeldi hani. İçinde bulunduğum duruma da tam uyar. Posta kutusuyla zamanda yolculuk yerine İbrahim Kurban'ın ses değiştirici bant takmadığı testere gibi tırtıklı sesiyle çok sevgili doktorum Freddy&Peter'la bir yolculuğa mı? Aslında Michael J.Fox’u yol arkadaşım, elektrik çarpmış saçlarıyla doktoru da, doktorum olarak tercih ederim. Onun tıp doktoru olmamasının benim için bir mahsuru yok. "Peki" dedim "bana uyar".

Göl evine gittim. Issız adaya gidilip de yanınıza alacağınız üç şey sorunsalı bu seansta geçerli değildi tabi. Hem bile isteye ıssız adaya niye gidilir onu da anlamış değilim a bu soruyu hayatımıza sokan meçhul şahıs. Göl evini Freddy dekore etmiş, tam ona uygun. Yazık ki ben minimalist değilim. Evi country tarzında döşedim. Yıllarca Country Homes okumanın verdiği alışkanlık. İngiliz porseleni fincanımda da bol sütlü kahvemi hazırlayıp pofuduk koltuğuma yerleştim. Seans sırasında gözlerim kapalı, İstanbul’u dinlemek yerine Freud’u dinliyorum. Aman sonum Dora gibi olmasın!

İlk soru çalışmadığım yerden çıktı: "Hayattan ne bekliyorsun?". Bir beklentim var mıydı hayattan? Daha önce hiç düşünmemiştim bunu. Hem ben bekletilmekten hiç hoşlanmam. Geliyorsa gelsin tez elden, gelmezse keyfi bilir. Tabi böyle demedim. “ Zamanda yolculuğun ne zaman keşfedileceğini merak ediyorum. Bunu bekliyorum hayattan." Ne cevap ama. " Hımm, peki zamanda yolculuk keşfedilmiş olsaydı hangi zamana ve nereye gitmek isterdin?". Biliyorum, kendim kaşındım. M.Ö. 1700 yılında Marduk zigguratına gidip taş atmak isterdim, şeytan taşlamak maksadıyla. Bu isteklerimden sadece biri ama bunu ona söylersem havaalanında aylarca mahsur kalan Tom Hanks gibi olurum bu hücrede ki bu işime gelmez. "İlk hatamı yaptığım güne dönmek isterdim. İlkokuldaki sıra arkadaşım sürekli burnunu karıştırır ve burnundan çıkan artık materyalleri sıranın altına depolardı. Ben de bir gün onu, başka bir sınıf arkadaşıma ispiyonladım. Biz kıkırdarken meğer o da arkamdaymış ve bütün konuştuklarımızı duymuş. O günden sonra benimle hiç konuşmadı. Zaten kısa süre sonra da okul yaz tatiline girmişti. Okullar tekrar açıldığında okula gelmedi, meğer taşınmışlar." Doktor ses verdi "Peki, o güne geri dönsen, arkadaşının yaptığı hoş olmayan şeyi diğer arkadaşına söyler miydin yine" söylerdim tabi ama bu sefer arkamı kolaçan ederdim, demedim tabi. " Söylemezdim. Onun kalbini kırdığım için çok üzgünüm" dedim. Hiç de üzgün değilim. Kırmızı kalem ve kokulu silgilerimi indira gandi yaparken iyiydi. Oh olsun!

"Evet, bugün güzel bir başlangıç yaptık. Önümüzde uzun bir süreç var. Bana kapılarını açtığın sürece bu yolculukta beraber olacağız. Şimdilik bu kadar. Monte Kristo Kontu nasıl gidiyor?"
Edmond bana küstü. Nasıl gittiğini soruyorsan yaya olarak. Aslında bir havuçlu kek yapsam yanına da şöyle bergamutlu çay demlesem kokusuna gelir mi? İf Şatosu’nda yediklerinden sonra adama mide spazmı geçirtmeyelim. Neyse, yemek faslı kalsın.
"İyi gidiyor. Güzel bir tercih yapmışım." Tercih mercih yapmadım. Sadece hile yaptım. Destur... Kendime de mi yalan söyüyorum. İşte bu çok tehlikeli.

Doktor sırıtkan edasıyla odadan çıkıyor. Kapılarımı açarsammış... Doktor, kapıyı arkandan kapar mısın?, demedim tabi.

görsel: Back to Future (game)

Hiç yorum yok: